Çifte vatandaş olmak, kişiye insanlık suçu işleme hakkı verir mi?

 

Çifte vatandaş olmak, kişiye insanlık suçu işleme hakkı verir mi?

09.06.2024

İsrail’in Gazze’deki soykırımı devam ediyorken, HÜDA-PAR da çifte vatandaşlık hakkını kötüye kullanan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının hak ettikleri cezaya çarptırılabilmeleri için TBMM’ne, “Vatandaşlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” sundu.

 

Çifte vatandaşlık, birden fazla ülkenin kimliğini – pasaportunu taşıyanlar için kullanılan bir tanımdır. Birden fazla ülkenin vatandaşı olmak, haddizatında güzel bir uygulamadır. Çünkü ne kadar fazla vatandaşlık, o kadar geniş hareket etme alanı ve o kadar özgür olma imkânı demektir. Ki bugün dünyada yüz milyonlarca insan doğduğu ülkenin dışında yaşamakta ve dolayısıyla birden fazla ülkenin vatandaşı statüsüne sahiptir. Çifte vatandaşlık, ister zorunlu olsun, ister gönüllü, normal şartlarda daha geniş hareket etme alanına sahip olmak anlamına geldiği için, yararlıdır. Malumunuz, milyonlarca Türk de onlarca yıldır çeşitli Avrupa ülkelerini kendilerine yurt edinmişler ve artık içinde yaşadıkları ülkenin de vatandaşı olmuşlardır.

 

Bilmeyenler için arz edelim: Çifte vatandaş olup israil’in yaptığı işgal ve katliamlarda, işlediği cinayetlerde ve soykırımlarda suç ortağı olmak, sadece Türkiye’nin Yahudi vatandaşlarına özgü bir durum değildir. Diğer ülkelerin Yahudi vatandaşları için de durum aynıdır. Yani nerede doğarsa doğsun ve hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun, her Yahudi doğal olarak bir israil vatandaşıdır ve zamanı geldiğinde israil’de de askerliğini yapmakla yükümlüdür. Dolayısıyla israil’e asker olmanın ne demek olduğunun cevabı da 75 yıllık işgale ek olarak şimdi Gazze’de yapılan soykırımdır.

 

Aslında normal şartlarda her devlet çifte vatandaşlık hakkını kötüye kullanan vatandaşlarına karşı caydırıcı yaptırımlar yapmaktan geri kalmaz… Fakat söz konusu olanlar Yahudiler ise durum değişiyor. Bunun son örneği de kan denizine çevirdikleri Gazze’dir.

 

Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler bu yapılanları soykırım olarak tanımladığı halde, mahkûm edilenler israil ve müttefikleri değil, bu zulümlere rıza göstermeyenlerdir. Bu bağlamda hakkı söyleyip de onlar tarafından “Antisemit” olarak itham edilmeyen ve itibar suikastına maruz kalmayan kimse yoktur!

 

Şu da acı bir gerçekliğimizdir ki, iktidarından muhalefet partilerine kadar hepsi de Türkiye’nin bazı vatandaşlarının İşgalci israil’in ordusuyla suç ortağı olduklarını biliyor olmalarına rağmen, bilmezden, duymazdan ve görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Diğer bir gerçekliğimiz de bunun sadece Türkiye’deki hükümete ve muhalefet partilerine özgü bir acziyet olmadığı, istisnaları dışında diğer ülkelerin de aynı acziyet içinde olduklarıdır.

 

Toparlayayım…

 

Sözlerinde samimi iseler eğer, ya HÜDA-PAR’ın verdiği teklifi meclisten geçirirler ya da kendileri daha iyi bir teklif sunup kanunlaştırırlar.

 

İkisinden birini yapmadıkları takdirde, bizzat kendileri de ya gönüllü ya da cebren, ama sonuçta işgalci ve soykırımcı israil ile suç ortağı olduklarını tescillemiş olurlar.

 

Gazze’yi bir izzet olarak kuşanmak dururken, veyl olsun günümüzün Firavunlarına ve Nemrutlarına secde edenlere…

 

KAYNAK: https://dogruhaber.com.tr/yazar/dr-bekir-tank/24077-hukumet-neden-tasarruf-tedbirlerinde-guven-veremiyor/

 

 

Viyana’da Avusturya-Türkiye Çalışmaları Merkezi

BEKİR TANK - VİYANA - 19.05.2024

 

1990’ın Mayıs ayında gelmiştim Avusturya’ya…

 

Ve şimdi Mayıs 2024. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde çalıştığım (2010-2020) 10 yıl boyunca da bir ayağım sürekli Avusturya’da olduğu için, burada 34 yıl geçirdiğimi söyleyebilirim.

 

Geçen zamanı hakkıyla değerlendirdiğimi söyleyemem. Ki bunu da ancak geriye dönüp baktığımda net görebiliyorum.

 

Hani atalarımız demişler ya, “zararın neresinden dönülürse, kardır.”

 

Biz de hem bu zararımızı telafi etmek ve hem de geri kalan ömrümüzdeki yükümlülüklerimizi yerine getirmek amacıyla Avusturya–Türkiye Çalışmaları Merkezi’ni kurduk.

 

Çalışmalarımızı, biri dünde-tarihte ve diğeri de bugünde olmak üzere iki noktada yoğunlaştıracağız. Ki bu da 500 yılı aşkın bir zamanı kapsamaktadır.

 

Malumumuz, Avrupa ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iş gücü eksikliğini gidermek için birçok ülkeden işçiler aldılar. Zaman içinde binlerce, on binlerce, yüz binlerce değil, milyonlarca vatandaşını Avrupa ülkelerine işçi olarak gönderen ülkelerden biri de Türkiye’dir. Tabii, Türkiye’nin neden İkinci dünya Savaşı’na girmediği halde anılan savaşta adeta yerle bir olan ülkelere muhtaç olduğu sorusu da hala cevabını beklemektedir.

 

Avusturya’ya da ilk işçi kafilesi 1964’ün Mayıs ayında gelmiştir. Ki bugün bu sayı 200 bini buluyor.

 

Çalışmalarımızın iki noktada yoğunlaşacağını söyledim.

 

Düne–tarihe dair çalışmalarımızın merkezini Avusturya Devlet Arşivi oluşturacaktır. Görebildiğim kadarıyla, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu olup bitenleri-olayları kayıt altına almak konusunda Osmanlı İmparatorluğu ile kıyaslanamayacak kadar ileri, çok yönlü ve çok kapsamlıdır. Avusturya, Osmanlı’ya ilk daimi elçisini 1547 yılında atarken, Osmanlı, ilk daimi elçisini ancak 1790’larda atamıştır.

 

Avusturya, 1800’lerden itibaren Osmanlı Devleti’nin genelinde, 19’u Anadolu’da olmak üzere toplam 101 adet konsolosluk açarken, Osmanlı maalesef bir elçi ile yetinmiştir. Osmanlı elçileri ile Avusturya elçilerinin faaliyetlerini birbiriyle kıyasladığımızda da arada büyük fark olduğunu görürüz. Çünkü sıradan bir Avusturya Konsolosunun bile faaliyetlerinin ve bulunduğu yere dair kendi hükümetine gönderdiği bilgilerin–belgelerin Osmanlı elçilerinkinden kat be kat fazla olduğunu söyleyebiliriz.

 

Kısaca demem o ki, Avusturya arşivlerinde keşfedilmeyi bekleyen hazinelerimiz var. Öyle ki, bu arşivler, yakın tarihimizi yeniden yazdıracak kadar zengindir.

 

Çalışmalarımızın bir ayağı bu arşivlerden oluşacaktır.

 

Şimdiye kadar topladığım belgeleri pek yakında tedrici olarak kamuoyu ile paylaşacağımızı da bu vesile ile bildirmiş olayım.

 

Avrupa’nın ve dolayısıyla Avusturya’nın görece olarak güçlü bir eğitim ve yönetim sistemi olduğu için, sonradan gelenleri asimile etmede de güçlüdür.

 

Dolayısıyla sonradan gelip buraları vatan edinenler adalet ve toplumsal barış temelinde kendilerini korumaz ve kendilerini koruyacak kurumlar oluşturamazlarsa, merhum Sezai Karakoç’un da Masal adlı şiirinde tasvir ettiği kardeşler gibi yutulurlar.

 

Günümüze dair de çalışmalarımız ve sorunlarımıza çözüm önerilerimiz olacaktır. Bunlara da ileriki yazılarımızda değineceğiz inşallah.

 

KAYNAK: https://dogruhaber.com.tr/

Özet
:
Bekir Tank: İsrail’in Gazze’deki soykırımı devam ediyorken, HÜDA-PAR da çifte vatandaşlık hakkını kötüye kullanan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının hak ettikleri cezaya çarptırılabilmeleri için TBMM’ne, “Vatandaşlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” sundu.
Resim
Türkçe
X