Suriye'de yaşanan gelişmelerde İran ve Rusya'nın rolü

 

 

 

 

El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, Suriye’de son haftalardaki gelişmelere dair yazı dizisinin ikinci kısmında İsrail, İran ve Rusya faktörlerine değinmiş. İsrail, Suriye’deki gelişmelere yoğun şekilde müdahil oldu ve Esad rejiminin çöküşünü fırsat bilerek bölgedeki etkisini artırdı. Suriye ordusunu zayıflatmayı, Lübnan ve Filistin direnişiyle bağlantıları kesmeyi hedefleyen İsrail, aynı zamanda Golan Tepelerinde ciddi avantajlar elde etti. İsrail, Kürtlerle ve aşiret liderleriyle iş birliği projeleriyle Suriye’nin parçalanmasını destekliyor. İran, Esad hükümetiyle stratejik ayrılıklar yaşadı. Esad’ın, milisleri orduya entegre etmesi ve diğer bölgesel aktörlerle yakınlaşması, İran’ın etkisini sınırlandırdı. Aksa Tufanı sonrası İran, Suriye’yi savaş dışında tutmaya çalışarak bölgede denge kurma çabalarını sürdürdü. Rusya, başlangıçta Esad rejimini destekledi ancak Ukrayna savaşı ve bölgedeki değişimler Moskova’nın stratejisini zorlaştırdı. Bunda sahadaki Rus askerlerinin —şaşılmayacağı üzere— yolsuzluğa bulaşması ve askeri etkinliğin azalması da etkili oldu.

 


 

Suriye’nin 7 Ekim’i [2]: İsrail’in dahli, İran’ın yanılgısı ve Rusya’nın zayıflığı

İbrahim el-Emin, Al-Ahbar

 

Hizbullah ile düşman arasında Lübnan’da topyekûn savaş başlamadan önce, düşmanın savaşın çapını genişletme planlarına dair pek çok bilgi sızdırılmıştı (bunlar arasında el-Ahbar gazetesinin yayımladıkları da yer alıyordu). Bu planlar arasında güçlü ihtimallerden biri, düşmanın Golan Tepelerinden Kuneytra bölgelerine doğru ilerlemesi ve Lübnan’ın doğu sınırları boyunca hareket etmesiydi. Bunun amacı, yalnızca Golan’dan düşmana yönelik herhangi bir askeri faaliyeti engellemek değil, aynı zamanda Bekaa Vadisi ile Güney Lübnan arasındaki bağlantıyı kesmekti.

 

Savaş esnasında yaşanan pek çok gelişme, düşmanın bu adımı atmasını engelledi. Fakat Suriye rejim güçlerinin çözüldüğüne dair haberler gelir gelmez, düşman aynı planını uygulamaya koydu. Silahlı gruplar kentleri birer birer ele geçirirken, düşman da operasyonel programını başlattı. Şam’ın düşüşü ilan edildiğinde ise işgal güçleri derinlemesine ilerleyerek askeri varlığını genişletti ve Lübnan’ın doğu sınırlarına yakın güney Suriye bölgelerine yönelik ateş gücünü artırdı. Bu, düşman uçaklarının Suriye ordusunun güçlü unsurları olarak gördüğü hedeflere karşı gerçekleştirdiği en büyük hava harekâtı ile eş zamanlıydı. Ayrıca, dağlık bölgelerdeki mevkilere ve tesislere ulaşmak için birden fazla bölgede hava indirme operasyonları düzenledi. Bunlara, şu ana kadar konuşulması yasak olan güvenlik operasyonları da eşlik etti.

 

Pratikte İsrail, Suriye’deki olaylara en hazırlıklı taraflardan biriydi. İsrail’in, Suriye’de yaşananlardan tamamen bağımsız olduğu düşüncesi ise safdillik olur. İsrail’in Suriye’de yaşananlarla ilişkilendirildiği iddialar ya da eldeki veriler bir yana, somut sonuçlar açısından bakıldığında İsrail, bölgede başlıca hedeflerini gerçekleştirdi. Bunlar arasında, Suriye ordusunun kapasitesinin yok edilmesi ve aynı zamanda yeni Suriye liderliğinden, Suriye’nin İsrail’e karşı herhangi bir operasyon kaynağı olmayacağına dair açık bir taahhüt alınması yer aldı. Bu taahhüt, sebebi henüz açıklanamayan bir aceleyle düzenlenen bir toplantının ardından geldi. Bu toplantı, Heyet Tahrir eş-Şam liderliği ile Şam’daki Filistinli örgütlerin liderlerini bir araya getirdi. Toplantıda, bu örgütlere askeri kanatlarının feshetmeleri, silahlarını teslim etmeleri ve kamplarını en kısa sürede kapatmaları talimatı iletildi.

 

Pek çok kişi, İsrail’in Suriye’deki müdahalelerini anlamlandırmaktan kaçınmaya çalıştı. İktidarı ele geçiren muhalefet yanlıları, İsrail’in kara ve hava operasyonlarını, ordunun gelişmiş silahlarının bu grupların eline geçmesini engellemek amacıyla gerçekleştirdiğini ve bu silahların ileride İsrail’e karşı kullanılmasından endişe ettiğini öne sürdü. Öte yandan, bu grupların karşıtları ise Suriye rejiminin çöküşünün, Rusya’nın daha önce Suriye ordusuna sağladığı etkin koruma mekanizmasını sona erdirdiğini ve İsrail’in Suriye’de daha özgür bir şekilde hareket edebildiğini savundu. Nitekim İsrail, 2012 yılının ortalarından itibaren, İran’a ait olduğu ya da Hizbullah’a gönderilmekte olduğu iddiasıyla askeri merkezlere, fabrikalara ve gelişmiş askeri kabiliyetlere dönük açık saldırılara başlamıştı.

 

İsrail’in bu müdahaleleri hakkında iki taraf arasında ortak bir görüş oluşması zor görünüyor. Fakat kesin olan şu ki, İsrail’in Suriye’de yaşadığı sorunlar, Esad rejimi düşmeden önce çok daha büyüktü ve bugün kendisini daha rahat hareket edebilir bir konumda buluyor. İsrail askeri istihbaratı, kara operasyonlarını yakından takip ederken, ilerleyen birliklerin herhangi bir silahlı direnişle karşılaşmayacağından emin oldu. Hatta İsrail askerleri, o bölgedeki Suriyelilerin evlerine girdiklerinde daha az sert davranışlar sergiledi ve bu insanlara, askeri operasyonlar sona erene kadar köylerini terk etmelerini talep etti. Bazı Suriyeliler, düşman güçlerinin şiddetinden korkarak bu talebe boyun eğse de diğerleri evlerini terk etmeyi reddetti ve hala orada yaşamaya devam ediyor.

 

Sonuç olarak, İsrail’in Şam’daki gelişmelere nasıl yaklaştığını tam olarak anlamak zor. Doğru, İsrail Araplara hiçbir şekilde güvenemez ve yeni Şam yönetiminin ya da Türkiye, Katar ve diğer ülkelerdeki destekçilerinin verebileceği tüm güvenceler, İsrail’i Suriye’ye dönük suçlarında daha ileri gitmekten alıkoyamaz. Ancak aynı şekilde şu da doğrudur: İsrail, yönetimde kim olursa olsun, Suriye’den korkuyor. Yine de İsrail, aynı anda bir dizi zafer kazandığı hissine kapılmış durumda. Bunlar arasında, Lübnan ve Filistin direnişiyle fiili bir müttefik olan Esad rejiminin çökmesi, Suriye’nin Lübnan’a ulaşan askeri kapasitenin açık bir geçiş noktası olmaktan çıkması, Filistinli direniş örgütlerinin eğitim kamplarının sonlanması ve hatta diğer ülkelerden direniş güçlerinin ayak basabileceği bir yer olmaktan çıkması yer alıyor. Ayrıca, yeni yönetimden resmi olarak, İsrail’le çatışmanın ve işgal altındaki Golan Tepelerini geri alma talebinin öncelikli bir mesele olmadığının taahhüdünü aldı. Yeni yönetimin, bu süreçte önceliği kendi otoritesini kurmak olacak gibi görünüyor.

 

Ancak İsrail’in sorunu bununla sınırlı değil; zira İsrail, Suriye’nin birleşik bir devlet olarak kalmasını istemiyor ve açıkça Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin ayrılıkçı projesini destekliyor. İsrail, sadece güvenlik alanında değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal düzeyde de ilişkiler kurarak güney Suriye’deki liderlerle, özellikle Süveyda bölgesinde, bağlar inşa ediyor. Bu bağlamda, İsrail, Filistinli Dürziler üzerinden bir bağ kurarak Suriye’deki Dürzileri iş birliğine ikna etmeye çalışıyor. Dahası, Süveyda vilayetinde özerk bir yönetim kurulması fikrine destek sağlama vaadiyle onları bu yöne teşvik ediyor.

 

Herkesin bildiği gibi ve İsrail’in de kabul ettiği üzere İsrail; Deraa, Kuneytra ve Süveyda bölgelerindeki eski rejime karşı savaşan silahlı gruplardan bazılarını kendisiyle iş birliği yapmaya teşvik eden ağlar kurdu. Ayrıca, İsrail’in bu bölgede Hizbullah kadrolarına veya onunla iş birliği yapan Suriyelilere karşı pek çok operasyon gerçekleştirdiği de biliniyor. İsrail, bu çerçevede Şam’da bir daireye yönelik açık bir saldırıyla direnişçi Semir Kuntar’ı öldürmüştü. Kuntar, “Golan Dürzilerini işgal güçlerine karşı harekete geçirmedeki” rolü nedeniyle hedef alınmıştı.

 

İsrail’in Suriye’deki başarılarına karşılık, İran ise yeni bir çıkmazla karşı karşıya kaldı. Bu durum yalnızca Esad rejiminin çöküşüyle alakalı değil, aynı zamanda önceki rejimin Direniş Ekseni’nin yüklerini azaltma arzusunu yansıtan adımlarıyla da ilgiliydi. Pek çok veri, İranlıların son bir yılda Esad ile uyum içinde olmadığını ve Rusya’nın Suriye’deki tutumundan rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. İran, Moskova’yı, düşmanın Suriye’deki İran hedeflerine yönelik saldırılarını kolaylaştıran pek çok adımın arkasında olmakla suçluyor.

 

İran’ın Esad ile yaşadığı sorun, Esad’ın yardımcı güçler stratejisinden vazgeçme kararıyla başladı. 2021 yılında Esad, ordusunu yeniden organize etme planlarından bahsetmeye başladı. Bu kapsamda, muhalefetle çatışma yıllarında oluşturulan askeri grupları orduya entegre etme çalışmaları başlattı. Esad, bir “yardımcı ordu” istemediği yönünde mantıklı bir gerekçe sundu. Ancak İran ve Hizbullah tarafından yapılan görüşmelerde, yardımcı güçlerin sadece geçmiş çatışmalar için değil, orduyu zayıflatmak amacıyla da değil, bilakis doğası gereği daha etkili olmaları için oluşturulduğu savunuldu. Bu grupların yapısı, çalışma yöntemleri, eğitim düzeyleri, yönetim şekilleri ve bireylerine sağlanan avantajlar, onları daha verimli kılıyordu. Ayrıca, zorunlu askerlik yapmak istemeyen pek çok Suriyeli genç, İran’ın önerisi olan yardımcı savunma birimlerini, rejim kurumlarında çalışmadan rol üstlenmek için bir fırsat olarak görüyordu.

 

Buna rağmen, Esad bu yapıların devam etmesini istemedi. İran ve Hizbullah da bu karara uyma yönünde açık bir tutum sergiledi. İran ve dönemin Hizbullah lideri, şehit Hasan Nasrallah, bu grupları yeniden inşa etmeme sözü verdi. Sonuç olarak, 25 binden fazla milis Suriye ordusuna entegre edildi ve ordu askerleriyle aynı şartlara tabi tutuldu. Fakat bu, çoğunluğun birkaç ay içinde ordudan ayrılmasına yol açtı.

 

İran’ın durumu daha da zorlaştı, zira Esad’ın kendileriyle bir çatışmaya yol açabilecek tercihler yaptığı hissine kapıldılar. Doğru, Esad, İran ve Hizbullah’a Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır ve diğer Körfez ülkeleriyle ve bölgedeki diğer aktörlerle yaptığı tüm temasları bildirdi. Ancak, sonraki planları konusunda yeterince açık değildi. Esad’ın, içeride halk üzerindeki baskıyı azaltabilecek adımları atmayı reddettiği her seferde endişeler artıyordu. Kimileri İran’ın, Esad’ın Erdoğan’la barışmasını istemediğini düşünebilir ve bu düşüncede bir miktar doğruluk olabilir. Fakat İranlı yetkililer, özellikle İran’daki son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, Esad’ı Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerle anlaşmalar yapmaya ve ülkesini yeniden inşa etmek için tavizler karşılığında destek almaya ikna etmeye çalışıyordu. Aynı zamanda İran, bu aktörlerin Esad’ı İran’dan uzaklaştırmak istediği ve ona gerçek bir alternatif sunmayacağı, yalnızca koruma vaadiyle onu kandırmaya çalışacakları konusunda uyarıyordu.

 

Aksa Tufanı operasyonunun başlamasının ardından İran, şehit Hasan Nasrallah’ın Suriye’yi destek cephesinin dışında tutma tavsiyesine ilk uyan ülke oldu. Nasrallah, İsrail’i hedef almak için Suriye topraklarının kullanılmasına dönük tüm teklifleri reddetti ve İsrail’in böyle bir durumda Suriye ordusunun tüm kapasitesini yok edecek bir bombardıman dalgası başlatacağını öngördü. Bu tutum, Rusya’nın Suriye rejimine, İsrail’in güçlerine saldırmayacağına dair yeterli garanti vermemesi ve Suriye ordusunun geniş çaplı bir İsrail saldırısına karşı koyabilecek hava savunma sistemlerine sahip olmaması gerekçelerine dayanıyordu.

 

Son birkaç ayda çok sayıda gelişme yaşandı ve bu süreçte İranlıların konuşması gereken pek çok hakikat ortaya çıktı. Ancak göz ardı edilemeyecek en önemli mesele, Esad’ın, BAE-Suudi Arabistan girişimi çerçevesinde, Suriye’deki İranlı danışmanların sayısını azaltma talebiydi. İran, Esad’ı bu kararının tehlikelerine karşı uyararak, silahlı grupların Halep dahil olmak üzere başka bölgelerde de geniş çaplı askeri operasyonlara hazırlandıklarına dair neredeyse kesinleşmiş planlar olduğunu belirtti. İranlılar, Suriye rejimine bu konuda kapsamlı istihbarat bilgileri sağladı.

 

Çatışmalar başladığında İran, son bir kez daha Esad’ı kurtarmaya çalıştı. Fakat bu defa, geçmişte olduğu gibi bir yöntemle değil, siyasi bir süreçle çözüm arayışına girdi. İran, Türkiye’nin hiçbir uzlaşıyı kabul etmeyeceğine ve ABD başta olmak üzere diğer aktörlerle birlikte sonuna kadar savaşmaya kararlı olduğuna inanıyordu. Bu nedenle İran, son haftalarda özellikle Gazze’de ve Lübnan’da olanları ve Irak’ta kendisine karşı planlanan girişimleri dikkatle izleyerek, zararları en aza indirmeye çalıştı. Esad’ın düşüşünden bu yana İran, Türkiye ve Katar ile temaslarını sürdürerek, İran’ın Suriye’deki çıkarlarının yalnızca Esad rejimiyle sınırlı olmadığını ve Şam’daki yeni yönetimin bu gerçeği anlaması gerektiğini vurguladı. Bu, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği üzerine yapılacak herhangi bir müzakerenin başlangıç noktası olarak ortaya konuldu.

 

Suriye’de yaşananlarla ilgili üçüncü önemli taraf ise Rusya. İran, daha önce Rusya’yı, Batı Asya (İran’ın Orta Doğu’ya verdiği isim) bölgesinde stratejik çıkarlarını korumak için farklı bir şekilde hareket etmesi gerektiğine ikna etmişti. ABD’nin Irak işgalinden sonra Rusya’yı bölgeden dışlaması ve Avrupalıların Kuzey Afrika’da Rusya’ya karşı izlediği politikalar, Moskova’nın daha fazla açıklama beklemesine gerek bırakmamıştı. 2015 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye rejimine büyük çaplı destek sağlama kararını alması, ABD’nin bölgedeki nüfuzuna doğrudan meydan okuma yönünde ilk adım olarak görüldü. Ancak Rusya bir hayır kurumu değil; attığı adımların karşılığını bekliyor. Suriye kıyılarındaki üsler Moskova için yeterli olmadı, zira Rusya’nın Suriye içinde ve bölge genelinde kendi çıkarları ve ilişkileri var. Rusya, İsrail’le bir çatışma içinde olmadığı gibi, Esad’a defalarca muhalefeti de kapsayan daha geniş bir hükümet kurması çağrısında bulundu. Hatta Rus yetkililer, Esad’ın bu taleplere karşı duyarsızlığından rahatsız olduklarını açıkça ifade ettiler. Bu rahatsızlık o kadar arttı ki, üst düzey bir Rus yetkili, “Esad’ı, Kadri Cemil’in Şam’a dönmesine izin vermesi için bile ikna edemedik,” diye sitem etmişti.

 

Ukrayna savaşı, bölgedeki dengeleri tamamen altüst etti. Yeni savaş, Rusya’nın planlarında köklü değişiklikler dayatmasa da yeni hesaplamalar yapılmasını zorunlu kıldı. Bunlar arasında, Türkiye ile farklı ilişkiler, İsrail’in savaş üzerindeki etkisi ve Avrupa’nın rolü yer alıyordu. Rusya, Esad’ın kendisinden taleplerinin bir yandan kendi kapasitesini aştığını, diğer yandan ise Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Kudüs Gücü Komutanı şehit Kasım Süleymani ile üzerinde anlaştığı destek programıyla örtüşmediğini sürekli hissediyordu. Bu durum, Esad’ı, Rusya yönetimi içinde generaller ya da özellikle ABD tarafından yaptırımlara tabi tutulan iş insanları üzerinden paralel ilişkiler kurmaya itmişti. Aynı zamanda, Suriye’de görev yapan Rus subayları yolsuzluğa bulaşmış, kaçakçılar ve tüccarlar, İdlib ve diğer bölgelerdeki silahlı gruplara büyük miktarda Rus silahını, savaş kaybı olarak kaydedilmek suretiyle satmışlardı. Bu durum, Rus askeri liderliğinin, art arda Suriye ordusunun savaşma kapasitesinin düştüğüne dair raporlar sunmasına yol açtı.

 

Ruslar ayrıca Esad’ı, onu devirmeye yönelik planlar konusunda uyardıklarını belirtiyor. Silahlı gruplar ile Ukrayna yetkilileri arasında insansız hava araçları ve hava istihbaratı geliştirme alanında iş birliği olduğunu ve Avrupalı bazı unsurların Ukrayna adına doğrudan çatışmalara dahil olduğunu ifade ettiler. Fakat Esad’ın bu uyarılara yanıt vermediğini, aksine Birleşik Arap Emirlikleri’nin sağlayabileceği siyasi çözümlere bel bağladığını düşündüklerini belirtiyorlar.

 

Bugün, Rusya sahilde beklerken, yeni yönetim, Rusya’yı Suriye’den çıkarma çağrısı yapmasa da Rus istihbaratı, bunun uzun sürmeyeceğini ve Suriye’den Rus işgaline karşı cihat çağrıları yapılacağını öngörüyor. Ayrıca Suriyeli silahlı grupların, Rusya’nın varlığını İsrail işgalinden daha büyük bir tehdit olarak gördüklerini değerlendiriyorlar. Bu nedenle Moskova, yeni yönetimle müzakere etmenin zaman kaybı olacağına inanıyor ve doğrudan Türkiye’ye yönelmenin daha etkili bir strateji olduğunu düşünüyor. Zira Moskova, Tahran ve Tel Aviv ile birlikte, seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump’ın bir zamanlar söylediği şu ifadeyi tekrarlıyor: “Suriye artık Türk vesayeti altındadır.”

 

 

KAYNAK: 1.https://emrekose.substack.com/

                2. https://www.al-akhbar.com/

Özet
:
El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, Suriye’de son haftalardaki gelişmelere dair yazı dizisinin ikinci kısmında İsrail, İran ve Rusya faktörlerine değindi. Yazıyı Emre Köse'nin tercümesi ile okuyucularımızın dikkatlerine sunuyoruz.
Resim
Türkçe
X