Prof. Ephraim Inbar: "Arap Birliği'nde İsrail aleyhtarı sert konuşmalar aslında birer tiyatro"
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, 11 Kasım'da Riyad'da düzenlenen Arap-İslam zirvesinin açılışında sert bir konuşma yaparak İsrail'i soykırım yapmakla suçlamıştı. Bin Salman, "Krallık, İsrail'in Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği kolektif soykırımı kınadığını ve kategorik olarak reddettiğini bir kez daha yineliyor" dedi.
Orta Doğu'daki durumu görüşmek üzere düzenlenen zirveye, aralarında Mısır, Türkiye ve Suriye cumhurbaşkanları, Ürdün Kralı, Katar Emiri'nin de bulunduğu Arap ve İslam ülkelerinden liderler ve temsilciler katıldı. Filistin Yönetimi, Birleşik Arap Emirlikleri gibi başkan yardımcısını da etkinliğe gönderdi. Bin Salman da konuşmasında İsrail Silahlı Kuvvetleri'nin Lübnan'daki operasyonlarını kınadı.
Kudüs Enstitüsü Strateji ve Güvenlik (JISS) Bölümü Başkanı Prof. Ephraim Inbar, bu konuda "Bin Salman'ın açıklamasının, Suudi Arabistan'ın kendisini Müslüman dünyasının lideri olarak konumlandırmaya yönelik uzun süredir devam eden hırsından kaynaklandığına inanıyorum, normalleşme sürecini dondurma arzusundan değil. Bunu başarmak için Filistinlilere desteğini ifade etmesi ve Müslüman dünyasında kabul edilen mesajları sesli olarak vermesi gerekiyor. Kendisinin Müslüman dünyasına liderlik etmeye çalışan Türkiye ve İran ile rekabeti var. Bana göre bu, onun ana bağlamı. Onun sözleri, İsrail ile normalleşme hamlesinden geri çekilme değil" diyor.
"Gazze'deki savaşın başlangıcından bu yana Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşmenin kendisi için önemli bir hedef olmaya devam ettiğini açıkça ortaya koyarken, bir Filistin devletinin kurulması koşulunu ya da daha az bağlayıcı bir şeyi -Filistin devletinin kuruluşuna giden açık bir yolu- şart olarak ileri sürüyor. Aslında Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşmeyi, teknoloji transferi karşılığında Amerikalılara ödemeye hazır olduğu bir bedel olarak görüyor. Suudiler, ABD ile bir savunma anlaşması yapmakla ilgileniyor ve İsrail ile normalleşme olmadan, ABD Senatosu anlaşmayı onaylamayacaktır."
Prof. İnbar'a göre "normalleşme süreci bizden çok Suudiler için önemli, çünkü bunun bir parçası olarak nükleer altyapıyı Amerikalılardan almaları gerekiyor". Ancak kendisi şu değerlendirmeyi yapıyor: "Kişisel olarak, Tel Aviv'deki bir Suudi bayrağı için Suudi Arabistan'daki nükleer altyapının bedelini ödememiz gerektiğini düşünmüyorum."
Prof. İnbar, basına yapılan açıklamaların Suudilerin oynadığı siyasi bir oyunun parçası olduğunu, söylenenlerle perde arkasında yaşananlar arasında uçurum olduğunu belirtiyor. "Savaşın başlangıcından bu yana Emirlikler, Bahreyn ve Fas, İbrahim Anlaşması çerçevesinde İsrail'le ilişkilerini sürdürüyor; Suudilerin desteği ve teşviki olmasaydı kurulan bu ilişkiler inanılması güç ilişkiler olurdu. Ona bakarsanız Ürdün de sert bir şekilde benzer şeyler ifade etti ama pratikte İsrail'le iş birliğine ihtiyacı olduğu biliniyor ve İsrail'in de kendi payına ne düştüğünün farkında. Bu açıklamaları dikkate almayın, bizim bölgemizde oyun böyle oynanıyor."
"Bu Arap ülkeleri demokratik değil, liderler seçimlere bağlı değil ve bu nedenle sandıkta halka hesap vermeden çeşitli açıklamalar yapıp ikiyüzlü davranabiliyorlar. Böylece özgürce ikili oyun oynayabiliyorlar. Bana göre burası İslami bir forum olduğu için Bin Selman icma doğrultusunda açıklama yapma ihtiyacı hissetti".
Hatta Prof. İnbar şunu da ekliyor: "Aslında Suudiler Filistinlileri pek umursamıyor gibi görünüyor. Suudi Arabistan'a kaç yaralı veya sığınmacı Filistinli sığındı? Cevap sıfır."
Prof. Inbar, Donald Trump'ın Beyaz Saray'a girmesinin ardından tablonun değişebileceğini öngörüyor. "Trump kesinlikle İbrahim Anlaşması'na ortak olan ülkeler çemberini genişletmek isteyecektir, dolayısıyla bu konuda Suudilere baskı uygulanması bekleniyor. Suudilerin de Trump'a baskı yapması muhtemel. Bu arada Trump'ın Filistin devleti fikrine de karşı çıkacağı kesin değil" dedi.
Prof. İnbar, Suudi Arabistan ile İran arasındaki bağların güçlenmesi ihtimaline değinerek, "Bu kesinlikle gerçekleşmeyecek. Suudi Arabistan, İslam'ın kutsal mekanlarının bulunduğu bir Sünni Arap ülkesi, İran ise Şii bir Fars ülkesidir. Ne kadar yakınlaşabileceklerinin bir sınırı var. Aralarındaki tüm toplantılar ve yakınlaşma girişimleri sadece kolay iletişim sağlamak amacıyla göz teması kurmaktan ibaret."
KAYNAK: https://epoch.org.il/