Arz-ı Mev'ud ve Büyük İsrail hedefi bir komplo teorisi mi?
İsrail'in yayılmacı hedeflerine dair son gelişmeler, Haaretz gazetesinde yayımlanan bir haber ve rejimin Maliye Bakanı Bezazel Smotriç’in açıklamalarıyla tekrar gündeme geldi. Haberde, İsrail’in esir takası müzakerelerini bir kenara bırakarak Gazze’nin ilhakını düşündüğü ve kuzey Gazze’deki operasyonların, bölge halkını güneye tehcire zorlamak için açlık ve korku stratejileri üzerine kurulu olduğu belirtilmişti. Smotriç’in Türkiye’yi hedefe koyması, bu tartışmaları Türkiye’ye de getirdi.
Netanyahu’nun hayallerine inanan yalancı şahitler: Ana akım medya, neden “Büyük İsrail’i” örtbas ediyor?
Nizar Nimr, el-Ahbar
21 Ekim 2024
“Basel Programı ‘Büyük Filistin’ ya da ‘Filistin ve komşu topraklar’ ifadesini içermelidir; aksi takdirde anlamı yoktur.”
— Davis Trietsch, Siyonist lider, 1899.
“Amacımız Lübnan, Doğu Ürdün ve Suriye’yi yok etmektir. Zayıf nokta Lübnan’dır. Sonrasında Arap Lejyonu’nu parçalayacağız, Doğu Ürdün’ü yok edeceğiz ve Suriye’yi devireceğiz; ardından Port Said, İskenderiye ve Sina’ya saldıracağız ve ilerleyeceğiz.”
— David Ben Gurion, Siyonist İsrail'in kurucusu ve ilk başbakanı, 1948.
“Litani ile İsrail arasındaki her şey İsrail ordusunun kontrolünde olmalıdır.”
— Avigdor Lieberman, İsrail Evimiz Partisi Başkanı, 2024.
“Sayda her açıdan mükemmel bir yer. Hammadde mevcut, bir limanı var, konumu uygun ve gelişime açık.”
— Chaim Weizmann, Dünya Siyonist Örgütü Başkanı ve İsrail'in ilk başkanı, 1907.
“Filistin’in tam iktisadi geleceği, Hermon Dağı eteklerinden, Ürdün Nehri kaynaklarından ve Litani Nehri’nden gelecek su tedarikine bağlıdır.”
— Chaim Weizmann, 1919.
İşgalci İsrail devleti, yayılma hedeflerini her gün sergilemekten çekinmezken, bu hayaller medyada büyük ölçüde gölgede kalıyor, özellikle Batı’da. Batı medyasının çoğunluğunun Siyonistlerin çıkarlarını nasıl desteklediğini ve işgalin anlatısını nasıl yaydığını göstermek için artık çalışmalara ya da analizlere gerek kalmadı. Son aylarda medya bu rolünü kendi eliyle gözler önüne serdi; bu sayfalarda da sık sık değinilmişti. Batı medyası, işgalin sesini büyütürken, işgal ve soykırım mağdurlarının sesini görmezden geliyor. Haber başlıklarını ve anlatıları çarpıtarak çifte standartlarını sergiliyor. Soykırımı haklı çıkarmak için yalanlar söylüyor, hikâyeler uyduruyor. Kamuoyunu yanıltıyor, hakikati çarpıtıyor ve karartıyor. İsrail devletinin uyguladığı “yakıp yıkma” stratejisi, “Dahiye Doktrini” veya “Hannibal Direktifi” gibi politikalarını açıklamayı ihmal ediyor. Bu liste uzayıp gidiyor. Fakat en büyük suç, İsrail’in işgalini genişletip “Büyük İsrail” rüyasını gerçekleştirme niyetlerini örtbas etmekte yatıyor. Üstelik bu niyetler İsrail’in üst düzey yetkilileri tarafından açıkça ilan edilmiş ve geniş çapta yayılmış durumda, hatta askerler üniformalarına bu hayali haritayı bile ekliyorlar!
Örneğin, İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotriç’in bir belgeselde, işgali Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan’ı kapsayacak şekilde genişletme hayalini dile getirdiği açıklaması, Batı medyasında tek bir satır bile yer bulmuyor. Hatta işgal edileceği öne sürülen ülkelerin medyası bile bu konuya ilgisiz kalıyor, sanki onları ilgilendiren bir mesele değilmiş gibi. Smotriç’in bu tür açıklamaları ilk değil. Mart 2023’te Paris’te yaptığı konuşmada “Büyük İsrail” haritasını sunması büyük tartışma yaratmıştı. Smotriç’in tavrı elbette tekil bir vaka değil. Ancak bu, İsrail’in en büyük yetkililerinden birinden geliyor ve karar alma sürecini etkileyen bir isim olduğu için bu zihniyetin köklerinin ne kadar derinlere indiğini gösteriyor. Bu zihniyet, sadece Smotriç’in temsil ettiği aşırı dinci sağ kesime ait değil, İsrail’in pek çok partisi, yerleşimcileri ve hahamları da bu projeyi destekliyor. Esasında bu, İsrail devletinin ve Siyonist hareketin kurucu babaları olan Ben Gurion ve Theodor Herzl’in inandığı “Büyük İsrail” projesinin bir tezahürü. Bu proje, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunduğu haritada da açıkça görülüyor.
Lübnanlılar sosyal medyada işgalcilerin Lübnan topraklarını genişletme niyetine dair pek çok ibare paylaşıyor ama sanki boşluğa bağırıyorlar. Lübnan’ın işgal edilmesi, sadece “Büyük İsrail” projesinin bir parçası değil ya da Siyonistlerin ve hatta bazı Lübnanlıların tekrarladığı “meşru müdafaa” bahanesiyle ilgili de değil. Bunun arkasında ayrıca Litani Nehri’ne ulaşma hayali yatıyor. Bu fikir, 1919’da Sykes-Picot Anlaşması döneminde Siyonist hareketin liderleri tarafından ortaya atıldı ama reddedildi. İsrailli tarihçi Eyal Zisser, 1995 yılında yayımladığı makalede, İsrail devletinin kurulmasından birkaç gün önce Siyonist yetkililerin bazı Lübnanlı Marunî liderlerle bir araya geldiğini ve Lübnan’ın güneyindeki bazı toprakları yeni kurulan devlete bırakma olasılığını tartıştıklarını yazmıştı. Bunun gerekçesi, Lübnan’da Marunîler için daha uygun bir demografik denge yaratılacağı yönündeydi. Mayıs 1955’te bu konu Başbakan Moşe Şaret, Savunma Bakanı David Ben Gurion ve Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan arasında yapılan bir toplantıda gündeme geldi. Şaret’e göre, Ben Gurion ve Dayan, Litani Nehri’nin güneyinde yer alan toprakları, buna Sur şehri de dahil, işgal etmeyi ve Beyrut’ta İsrail yanlısı bir rejim kurmayı önerdiler. Sonraki gelişmeler bu emelleri doğruladı ve Lübnan’ın işgali sırasında ortaya atılan tüm sahte gerekçeleri açığa çıkardı. Bu gerekçeler, bugün bile kullanılmaya devam ediyor. Son olarak, Litani Nehri’ne kadar uzanan bir “tampon bölge” oluşturma bahanesiyle süregelen kara işgaline girişimlerinde olduğu gibi. Direniş bu girişimlere karşı koyarken, içerideki bazıları bu gerekçelere maalesef destek veriyor.
Lübnanlıları özellikle rahatsız eden ve geniş çapta yayılmasına neden olan şeylerden biri, Ori Tsafon hareketinin internet sitesiydi. Bu isim, aslında bir Tevrat ayetinden alınmış olup kelime anlamıyla “Uyan ey kuzey,” demektir. Hareketin internet sitesinde, güney Lübnan’da İsrail yerleşimleri kurmayı hedefleyen bir plan yer alıyordu. Sitede, Lübnan’ın güneyini kapsayan bir harita, köy isimlerinin İbraniceye göre değiştirilmiş halleriyle sunulmuştu. Ayrıca, Lübnan’da inşa edileceği iddia edilen evlerin fotoğrafları ve satışa sunulan mülkler sergileniyordu. Hareketin kurucularından biri olan Eliahu Ben Aşer, “Güney Lübnan denilen yer aslında basit anlamda Celile’nin kuzeyidir,” şeklinde bir iddiada bulundu. Hareket, işgalci İsrail ordusunda görev yapmış ve hayali Lübnan’da yerleşimci olmak olan bir asker tarafından kurulmuştu. Fakat bu asker, Gazze’de işgalci askerlerin mezarına gömülmeden önce öldürülmüştü.
Lübnanlılar bu hareketle meşgul olurken, İsrail’in Jerusalem Post gazetesi, geçtiğimiz 25 Eylül’de Mark Fish’in İngilizce yazdığı bir makaleyi yayımladı. Makalenin başlığı, “Lübnan İsrail’in vaat edilmiş topraklarının bir parçası mı?” idi. Fish, makalesinde Tanrı’nın İsrailoğulları’na vaat ettiği toprakların modern İsrail, Batı Şeria, Gazze, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak ve hatta Türkiye’nin bazı bölgelerini kapsadığını iddia ediyordu. Bu iddialarını desteklemek için dini metinlere atıfta bulunan Fish, “Tevrat, bu toprakları ele geçirirken işgal etmemiz gereken alanlar hakkında açık talimatlar veriyor. Tevrat’a göre sınırlar, Mısır Nehri’nden [yani Nil] Fırat Nehri’ne kadar uzanıyor,” diyordu. Bu makale, yalnızca Lübnanlılar arasında değil, dünya genelinde büyük bir öfke yarattı. Tepkiler üzerine gazete, makaleyi internet sitesinden kaldırmak zorunda kaldı.
Ayrıca, Siyonist yazar Avi Lipkin’in bir televizyon söyleşisinde sarf ettiği sözler de hızla yayıldı. Lipkin, “Sınırlarımız Lübnan’dan Büyük Sahra’ya kadar, yani Suudi Arabistan’a; Akdeniz’den Fırat’a kadar uzanacak. Fırat’ın diğer tarafında ne var? Kürtler. Ve Kürtler dostlarımız. Yani Akdeniz arkamızda, Kürtler önümüzde, Lübnan da halihazırda İsrail'in güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyuyor. Sonra Mekke, Medine ve Sina Dağı’nı alacağız ve buraları temizleyeceğiz,” diye tehditler savurdu.
Bir başka videoda ise bir İsrail askeri, bir cenaze töreni sırasında konuştu. Asker, Filistinlileri “topraklarından” yani “İsrail’in, Lübnan’ın ve Gazze’nin” topraklarından çıkaracaklarını söyledi. “Bunları buradan çıkarmazsak imkânsız. Her gün Mescid-i Aksa’yı, Kudüs’ü ve ayak bastıkları her yeri kirletiyorlar. Onları buradan çıkaracağız. Theodor Herzl’in dediği gibi: İstersen, bu bir rüya değildir. Rüya değil, çünkü sizi buradan defedeceğiz. Haydi, şu işi bitirelim! Şu işi bitirelim!” şeklinde tehditlerde bulundu.
Bu hayallerin sahadaki gerçeklerle nasıl örtüştüğünü teyit eden son gelişme, İbranice Haaretz gazetesinde yayımlanan bir haberdi. Haberde, “İsrailli savunma yetkilileri ve hükümet, rehine anlaşmasını bir kenara bırakıyor ve Gazze’yi ilhak etmeyi düşünüyor,” başlığı kullanıldı. Haberde, “üst düzey savunma yetkililerine” atıfta bulunularak, işgalci “ordunun” son dönemde Gazze'nin kuzeyinde yürüttüğü operasyonların, sivilleri güneye doğru göç etmeye zorlamak amacıyla açlık ve korkutma stratejilerini uygulamayı içerdiği belirtildi. Bu durum, “hesaplanmış bir stratejinin” parçası olarak tanımlanıyordu.
Eğer bu bölgede birileri işgalci rejimin kendisini rahat bırakacağı yanılgısına kapılıyor ve ülkesinin işgaliyle iç düşmanlarından kurtulacağını düşünüyorsa, bu sömürgeci, yerleşimci, yayılmacı projenin gerçek hedeflerini, etnik üstünlük üzerine kurulu olduğunu anlamalı ve geçmişten ders almalıdır. Sesli ve görüntülü olarak kolayca ulaşılabilecek kanıtlar, “tampon bölge” ve uluslararası kararlar gibi gerekçelerin yalnızca bu yayılmacı hayallere meşruiyet kazandırmak için kullanıldığını açıkça ortaya koyuyor. Aynı gerekçeler, şu anda işgal altındaki topraklar, Golan Tepeleri ve hatta geçmişte Sina için de öne sürülmüştü. Uluslararası örgütlere, barış gücü birliklerine saldıran, Birleşmiş Milletler sözleşmesini parçalayan ve BM Genel Sekreteri’ni istenmeyen kişi ilan eden bir rejime nasıl güvenilebilir? Batı Şeria örneği, bu tür kararların ne kadar hatalı olduğunu en iyi şekilde gösteriyor.
Tarih bize defalarca öğretmiştir ki, böylesi yayılmacı bir işgal ancak güç kullanarak durdurulabilir.
KAYNAK: https://emrekose.substack.com/