İLKELİ DURUŞ VE REEL POLİTİK-2
Geçen hafta birinci bölümünü yayınladığımız İLKELİ DURUŞ ve REEL POLİTİKA başlıklı yazı dizimizin ikinci bölümünü okuyucularımızın dikkatine arzediyoruz:
Naci HANPOLAT
AYRIŞMA NOKTALARI
Bir yandan İslam alemi, dünya siyaset sahnesinde gerektiğinde yumruğunu masaya vurabilecek ve dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman bir topluluk bir baskı ile karşılaştığında etkili ve sonuç alıcı bir tepki verebilecek bir küresel güçten yoksun iken bir de Müslüman ülkelerin birbiri ile veya ülkelerin kendi içinde kendi halkları ile olan sorunları da ileriye doğru atılabilecek adımların önünde büyük engeller oluşturmaktadır.
İhtilafın veya anlaşmazlık ve çekişmenin sebeplerine baktığımızda en başta mezhebi ayrılıklar geliyor (Şii-Sünni-Selefi). Ülkeler arası veya ülke içi halklar arasında yaşanan etnik/kavmi sorunlar da önemli çatışma noktalarından bir diğeri.
Bunun dışında ülkeler arasında mevcut tarihi rekabetten kaynaklı çekememezlik ve birbirinin önüne geçme veya bir diğerini geride bırakma psikolojisi (Türkiye-İran/ Osmanlı-Safevi çekişmesi)’nden söz edebiliriz. Ayrıca geçmişte Osmanlı dönemi boyunca bir arada yaşayan Türk, Arap, Kürt ve alt etnisiteler arasında yaşanan bir kısmı mevcut bir haksızlığa mebni (Kürt sorunu gibi) sorunlar, bir kısmı da emperyalizmin kodlaması ile bilinçli bir şekilde yanlış bilgilendirme ve yönlendirmelerle tarih çarpıtılarak oluşturulmuş düşmanlıklar (Bir kısım Arap devletlerinin Türkiye'ye karşı rezervleri) gibi konular da ayrışmayı, çatışmayı, çekişmeyi ve yerine göre birbirine karşı durma ve birbirine karşı kullanılmayı beraberinde getiriyor.
Bu ayrışma noktalarının her biri ayrı ayrı ve uzun uzun ele alınmayı gerektiriyor. Hem devletler ve halklar arası rekabet ve tarihten gelen husumetler hem etnik çatışma noktaları ümmeti bölen birer büyük fitne unsuru olarak olduğu yerde duruyor. Özellikle Kürt sorunu, bölgede tüm hassas uçlarla bir şekilde irtibatlı olan ve çözülememesi veya en azından şimdilik çözüm iradesi gösterilememesi durumunda başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölgeyi derinden etkileyecek bir çatışma alanı olmaya aday. Kürt sorunu ile ilgili daha önceki yazılarımızda bazı vurgular yapmıştık, bundan sonra da fırsat buldukça konuyla ilgili değerlendirmeler yapmayı sürdüreceğiz inşallah.
MEZHEBİ AYRILIKLAR
Mezhep konusunda İslam dünyasında ayrışmanın fitili, İran’da gerçekleşen devrimin başarıya ulaşması üzerine tutuşturuldu. Devrimin bölgedeki diğer ülkelere sıçrayabileceğinden endişe eden yöneticiler ve onları bu yönde teşvik eden ABD’nin desteğiyle İran’da hâkim mezhebin Şii-Ca’feri olması öne çıkarılarak fitne ateşine yol verildi. İran anayasasına mezhep maddesinin eklenmesi de bu antipropagandanın bölge halkları nezdinde tutmasına yardımcı oldu.
İran devrimi lideri rahmetli Ayetullah Humeyni döneminde İran anayasası hazırlanırken, anayasaya "İran'ın mezhebi Şii Caferi mezhebidir" maddesinin eklenip eklenmemesi tartışılırken önceleri "anayasada mezhep vurgusu olmasın" fikrinin ağır bastığı söyleniyor ama sonra her ne olduysa bu mezhep maddesi anayasaya konuldu
Bu gelişmelerin üstüne emperyalizmin sadık uşağı ve kurbanı Saddam İran’a saldırtılarak çıkarılan savaş adeta bir Şii-Sünni savaşı gibi (Said Havva’nın yorumları) lanse edilirken 1982 Hama ayaklanmasında İran’ın Esed rejimini desteklemeye devam etmesi de İslamcı kesimlerin İran’a olan ilgilerinde ciddi bir sarsılmaya yol açtı.
Bu ve benzeri gelişmeler neticesinde emperyalist güçler tarafından bu mezhep vurgusu aleyhte kullanılmaya çok müsait işlevsel bir malzeme oldu.
Zaten var olan karşı hassasiyetler ile korkular da kaşınarak İran devriminin İslam coğrafyasında önünü açtığı aydınlanma ve özgürlük fikri, mezhepçilik çerçevesine sıkıştırılıp mahkûm edildi. Böylelikle İran'a dair her şey duruma göre mezhebi (Şiicilik suçlaması) duruma göre de ulusal/kavmi (Farisi / Pers çıkarlarını savunma) saiklerle suçlanıp etiketlendi ve böylelikle yeni İran rejimi, Müslüman kitleler nezdinde sapkın bir devlet statüsüne sokuldu.
İran bu şekilde etiketlenirken onun karşısında gariptir, Vehhabilik adeta Ehl-i Sünnetin sözcüsü ve koruyucusu pozisyonuna sokuldu. Halbuki Şia ile olduğu kadar Ehl-i Sünnet’le de mutabık olmadığı bir çok başlık bulunan Selefilik aslında asli kaynaklara dönüşü teşvik anlamında günümüz Müslümanları için kullanışlı bir içtihadî yöntem olarak değerlendirilebilecekken bu akıma kendisini dayandıran, oryantalistlerce fikir laboratuvarlarında üretilen ve Osmanlı'nın parçalanmasında başarılı bir operasyonel araç olarak kullanılan Vehhabilik ve bu akımdan türeyen mezhebi düşmanlık temelli değişik türevleri, klasik fıkıh kitaplarındaki kimi fetvalarla da desteklenerek bu mezhebi ayrışmayı kanlı bir savaşa evirmek için dört bir yandan aktif hale getirildi.
Al-Kaide, Cemaat-i İslam ve İhvan gibi Sünni karakterli ve mutedil yapılar içinden Müslümanlara karşı Siyonizm ile ittifak yapmakta beis görmeyen ve Selefilik şemsiyesi altına gizlenen Kraliçe-Obama-Clinton ortak yapımı İŞİD ve türevi yapılar hem Müslümanlara ciddi zararlar verirken hem de İslam ile ilgisiz daha çok saltanat dönemi uygulamalara dayanarak dünya çapında İslam’ın imajına da büyük zararlar verdiler.
Bu mezhebi ayrışmanın daha çok zarar vermemesi günümüz dünyasında İslam ülkelerinin gelecek perspektifleri açısından çok önemli. Dünya kaynayan bir kazana dönüştü, bir yandan Rusya bir varoluş savaşı verirken öte yandan Çin geriden gelen ama bazı alanlarda her iki rakibini sollayan bir hızla dünya gündemine oturuyor. ABD ise elden gidiyor olduğunu düşündüğünü dünya jandarmalığı misyonunu diri tutmaya en azından müttefikleri nezdinde ‘koruyucu’ vasfını yitirmemeye çalışıyor.
Bugün giderek yaklaşmakta olduğumuz ‘varoluş’ ve ‘izzet’ savaşı arifesinde emperyalizmin elinden bu mezhebi çatışma silahını almak için Dar'uttakrib tarzı girişimlerin samimi, daha çok katılım ile daha üst düzeyde ele alınması; İslam ülkeleri yönetimleri ile cemaat ve yapıların mezhebi değil Kur'ani bir bakış açısını öne çıkarmaları elzemdir.
İslam dünyasında anın fıkhından yola çıkarak bugün artık fiili bir karşılığı olmayan kelami tartışmaları bir kenara koyup -üzerinde ittifak yapılamayan veya yapılması da gerekmeyen kısımları her tarafın kendi iç tartışma zeminine bırakıp herkesin üzerinde ittifak edeceği olmazsa olmazlar etrafında şekillenecek- TEK VE ORTAK BİR AKİDE çalışmasına öncülük edilmesi başta İran olmak üzere tüm aklı başında Müslümanların ortak sorumluluğudur.
Nasıl ki Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de Yahudi ve Hristiyanları Müslümanlarla ortak oldukları ilkelerde buluşmaya ve birleşmeye davet ediyorsa haydi haydi değişik mezhep ve fikirlerden Müslümanlar da aralarındaki müşterekler üzerinden ortaklaşarak emperyalizmin İslam alemine uzanan fitne ellerini kesebilirler:
Al'i İmran, 64: "De ki: 'Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.' Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız."
İran çizgisinde faaliyet yürüttüğü iddiasında olan bir kısım ‘sonradan görme’ Şii kişi ve çevrelerin de bu mezhep fitnesi kazanına odun taşımak yerine onu söndürecek işler yapmalarında büyük fayda var. Rahmetli Ali Şeriati’nin İran’da Tudeh Partisi’nin neden başarısız olduğunu açıklarken verdiği örneğin bir benzerini bu tür yeni mühtedilik iddiasında olan sonradan şiileşmiş kişi ve grupların pratiklerinde de görüyoruz. Yaptıkları ile en çok İran’a ve Müslümanlar arasında birliğe zarar verirken İŞİD ve benzeri oryantalizm aparatlarının değirmenine de su taşıyorlar.
BÖLGESEL VE KÜRESEL REEL POLİTİKA
Olayın bir de reel politika boyutu var.
Bugün dünyada 3 tane süper güç var. Bu süper güçlerden en organize ve en etkili olanı hiç şüphesiz ABD. Kendisi tek başına dünyada hala birçok parametreye göre- bazı parametrelerde Çin artık ABD'yi solluyorsa da- hala açık ara bir numara konumunda. Ayrıca hem İngiliz Milletler Topluluğu'nun başat üyesi hem NATO'nun lider ülkesi hem Avrupa Birliği'nin de içinde mündemiç bir güç olarak büyük bir etki alanına sahip. Bunların yanında Asya, Afrika ve Güney ve Kuzey Amerika'da da lokal birliktelikleri oluşturuyor, öncülük ediyor, yönetiyor.
ABD'nin ardından ikinci süper güç olarak Çin'i değerlendirmek kanımızca daha doğru. Rusya, birçok parametre açısından halihazırda Çin'in gerisine düşmüş bulunuyor. Çin 'Softpower' diye adlandırdığı bir dış politika sloganı ile hem kendi yakın çevresinde hem Afrika'da hem de son yıllarda Ortadoğu'da varlık göstermeye çalışıyor. Sosyal yardımlar, altyapı yatırımları, sivil toplum destekleri görüntüsü altında derin ve sabırlı bir Çin yayılmasına şahitlik ediyoruz.
Rusya ise sahip olduğu devasa toprakları korumaya odaklanmışken kendi hinterlandında kendisine ilerde tehdit oluşturacağını düşündüğü girişimlere karşı teyakkuzda. Bir yandan Ukrayna savaşı, bir yandan Moldova, Gürcistan ve Ermenistan ile ilgili olası olumsuz gelişmelere odaklı durumda. Nato’nun Ukrayna’ya desteği tamamen Rusya’yı yıpratma amacına yönelik ve asıl hedef, savaşı olabildiğince uzatıp Rusya’yı Batı’ya karşı diz çöktürmek.
Bu arada da Rusya Suriye, Libya ve bazı Afrika ülkelerinde bir yandan elde ettiği mevzileri korumaya çalışırken bir yandan da kendisine yeni nefes alma imkanları yaratmaya çalışıyor.
Müslümanların bu süper güçlerle ilişkilerine baktığımızda İslam dünyasında birçok ülkenin ABD'ye yakın durduklarını görüyoruz. İran'ı saymazsak içlerinde az sayıda ülke ABD'ye karşıt pozisyonda. Bir kısmı da -kimileri alternatif oluşturmak adına zorunlu kimileri de tercihen- zaman zaman Rusya ve Çin ile de ilişkiler geliştirseler de genel olarak ABD ile hizalanmış durumdalar. NATO üyesi olan Türkiye dışında Ortadoğu ve Körfez Ülkelerinin hemen hemen tamamının adı "ABD ile ortak savunma anlaşması" olan ama özünde tek taraflı bir bağımlılığı içeren ittifakları var.
Erdoğan yönetimindeki Türkiye, 2013 gezi ayaklanması ve devamında gelen FETÖ iltisaklı olaylar ve en son 15 Temmuz darbe teşebbüsünde yaşananlardan sonra NATO'nun geleneksel çizgisini oldukça zorlayan bir duruş sergiliyor. ABD ve müttefikleri, Erdoğan'dan kurtulmak istediklerini artık gizleme gereği duymuyorlar ama tüm bunlara rağmen Türkiye hala cebirsel toplamda NATO'nun sadık bir üyesi.
İran'a gelince, 1979 İslam devrimi sonrasında yeni kurulan yönetim, Ayetullah Humeyni'nin ağzından ABD'yi 'büyük şeytan' diye adlandırdı ve o gün bu gündür ABD için bölgede izole edilmesi, baskılanması gereken bir ayrık otu durumunda. Yine ABD'nin stratejik "Ortadoğu'da İsrail'e zarar verebilecek bir güç bırakmama" politikasının da Irak ve Suriye'den sonra doğrudan hedefi.
İran, ABD tarafından maruz kaldığı bu izolasyonu Çin'le ve daha çok da Rusya ile ittifak geliştirerek aşmaya çalışıyor. İran bu ittifakları Rusya ve Çin ile geliştirirken örneğin Çin'in Doğu Türkistan Müslümanlarına uyguladığı sistematik baskı ve işkenceyi görmezden geliyor. Hakeza Çin'in Asya'nın değişik bölgelerinde Müslüman nüfusa baskı uygulayan yöneticilerle iyi ilişkileri var, onları destekliyor, kolluyor.
Aynı Çin, İran ile S. Arabistan arasında arabuluculuk yapıyor. Daha geçenlerde de içlerinde Hamas ve FKÖ (El-Fetih)’nin de bulunduğu 15 Filistinli örgütü bir araya getirip tek bir ses ve tek bir çatı oluşturulabilmesini sağlamaya yardımcı oluyor.
İran Çin’le böyle bir ilişki içindeyken ABD'nin küresel hegemonyasına ve Ortadoğu'da İsrail'in varoluşuna ve Filistin halkı ile Mescid-i Aksa'ya karşı eylemlerine en net tavrı koyuyor, tavizsiz duruyor ve bu tavrından dolayı da 44 yıldır bedel ödüyor. Bu savaşında İran'ı Rusya ve Çin'le niye iş birliği yapıyor diye suçlayabilir miyiz?
Rusya’ya gelince; Rusya, Çeçenistan ve Dağıstan bölgesinde özgürlük amaçlı ayaklanmaları bastırırken çok büyük zulümler yaptı, on binlerce insan öldü, yerlerinden edildi, şehirler yakılıp yıkıldı. Rus istihbaratı hala dünyanın değişik ülkelerine kaçmış bulunan Çeçen savaşçıları takip ettirip suikastlarla onları yok etmeye çalışıyor. Öte yandan bugünkü Çeçenistan ve Dağıstan özerk birer İslam Cumhuriyeti gibi yönetiliyor. Rusya kendisine bağlı kalmaları ve merkezi otoriteyi sorgulamamaları kaydıyla bölgelerin iç işleyişlerine karışmamayı tercih ediyor. Bu bölgelerde günlük yaşam herhangi bir geleneksel İslam şehrinden farklı değil hatta daha ağır bir dini havası var bile denilebilir.
Öte yandan Rusya'nın Wagner gücü Afrika'da baskıcı rejimlere destek veriyorlarken Rus ordusu, Suriye'de ana oyunculardan biri olarak sahada ve sivil halka karşı gerçekleşen birçok saldırının da ya faili veya ortağı durumunda. Bunun yanında uluslararası ilişkilerin ilkeler değil çıkar temelli olduğunun ibret verici bir örneği olarak İsrail'in Suriye'ye gerçekleştirdiği hava saldırılarında S300 bataryalarını aktif hale getirmiyor ve İsrail'in Suriye'deki tüm saldırılarına göz yumuyor.
Hatırlanırsa bir İsrail F-16 uçağı, Suriye'ye saldırı sırasında Suriye hava savunmasından kaçarken kurnaz bir manevra ile bir Rus İL-20 askeri nakliye uçağını kendine siper etmiş ve 15 Rus askerin ölmesine sebep olmuştu ama buna rağmen Rusya, Suriye'de İsrail'le ilgili politikasını değiştirmemişti.
Bugün Hamas gibi bir güç için veya İran ile Afganistan gibi Batı dünyasınca izole edilmiş devletler için Rusya'nın veya Çin'in desteği önemlidir. Rusya'nın Çeçenlere yaptıkları veya Çin'in Doğu Türkistan'a yapageldiği zulümler, şu aşamada bu güçler için birer öncelik değil çünkü buna güç yetirecek durumda değiller.
Buna karşılık Rusya veya Çin'le sorun yaşayan bir İslami gücün veya hükümetin destek almak için ABD'ye dayanması meşru mudur, örneğin Doğu Türkistan'da Çin'e karşı mücadele yürüten Müslümanlar, ABD'nin Çin'i zayıflatmak amacı dolayısıyla kendilerine uzattığı eli tutmaları onları İsrail'in koruyucusu ve en büyük destekçisi olan ABD'nin işbirlikçisi pozisyonuna düşürür mü?
.....DEVAM EDECEK
Yazı dizisinin birinci bölümü için bakınız: İLKELİ DURUŞ ve REEL POLİTİKA-1