Trump neden Grönland'ı istiyor?

 

 

 

Trump’ın Grönland’ı ilhak etme konusundaki açıklamalarının altı hiç de boş değil. Trump, adanın stratejik önemi ve doğal kaynakları nedeniyle ABD için hayati olduğunu vurguladı. Bu ilgi, ABD’nin Arktik bölgesine erişim sağlama, Çin’le rekabet etme ve askeri üstünlüğü koruma hedeflerine dayanıyor. Geçmişte de ABD’nin Grönland’ı satın alma girişimleri olmuş, ancak Danimarka bu teklifleri reddetmişti. Grönland, askeri ve jeopolitik açıdan stratejik bir noktada bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde ABD’nin bu bölgede üsler kurduğu ve erken uyarı sistemleri geliştirdiği biliniyor. Günümüzde ise iklim değişikliğiyle yeni ticaret yollarının açılması ve Çin’in Arktik bölgesindeki etkisini artırma çabaları, Grönland’ın önemini yeniden gündeme taşıyor. Ayrıca Grönland, nadir toprak elementleri ve diğer değerli mineraller açısından zengin bir bölge. Bu kaynaklar, yüksek teknoloji ürünleri için kritik öneme sahip. ABD, Avrupa ve Çin bu kaynaklara erişim konusunda rekabet halinde. Alman gazeteci Florian Flade derlemiş.

 

Emre KÖSE

 


 

Yeni ABD Başkanı, Grönland'ın ABD'nin kontrolüne geçmesi gerektiğini belirterek büyük bir tartışma başlattı. Peki, Donald Trump neden bu az nüfuslu Kuzey Atlantik adasıyla bu kadar ilgileniyor?

 

Tarihe baktığımızda, bölgelerin, adaların veya hatta ülkelerin para karşılığı el değiştirmesi yeni bir durum değil. ABD de geçmişte bu tür anlaşmalar yapmıştı: Bugünkü Kaliforniya, Nevada, Arizona ve New Mexico gibi eyaletler Meksika’dan satın alındı. İspanyollar Florida’yı sattı, Fransızlar Louisiana’yı devretti ve 1867 yılında Alaska, 7,2 milyon Amerikan doları karşılığında çarlık Rusya’sından ABD’ye geçti.

 

1916’da ise ABD, Danimarka ile bir anlaşma yaptı: 25 milyon Amerikan doları karşılığında Karayipler’deki Danish West Indies adalarının kontrolünü aldı; bunlar arasında Saint Thomas da bulunuyordu.

 

Bu tür satışlar geçmişte yaşanmış olsa da uzun süredir böyle bir durum yaşanmıyor. Bu bağlamda, gelecekteki ABD Başkanı Donald Trump’ın bu hafta düzenlediği basın toplantısında Grönland, Panama Kanalı ve hatta Kanada’nın ABD’nin kontrolüne geçmesi gerektiğini açıklaması, tarihten kalma emperyalist bir hamle olarak algılanabilir. Trump, bunun ulusal güvenlik çıkarları için gerekli olduğunu ifade ederek, askeri müdahale veya ekonomik baskı (örneğin gümrük vergileri) gibi seçenekleri dışlamadı. Bu açıklamalar dünya genelinde geniş yankı uyandırdı.

 

Bu durum, özellikle Danimarka veya Kanada gibi ABD’nin müttefiki olan ülkelere karşı olası bir Amerikan saldırısının NATO’nun sonunu getirebileceği anlamına gelebileceği için, pek çok kişi tarafından “emperyalist tavır” olarak değerlendirildi.

 

Trump’ın Grönland’a yönelik ilgisi yeni değil. İlk başkanlık döneminde, Danimarka’ya adayı satın almayı teklif etmişti. O dönemde pek çok gözlemci, bu açıklamaları ciddiye almadı ve bir tür provokasyon olarak değerlendirdi. Fakat Trump tekrar başa geçtiğinde, dünyanın en büyük adasını satın alma fikri yeniden gündemine girmiş görünüyor.

 

Aslında ABD’nin Grönland’a olan ilgisi yeni bir plan değil. ABD, Alaska’nın Rusya’dan satın alındığı 1867 yılında, Grönland’ı da satın almak için Danimarka ile görüşmeler yapmış ancak bu görüşmeler ileriye gitmemişti.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ABD bir kez daha Grönland'ı satın almaya çalıştı. Bu kez 100 milyon Amerikan doları teklif ettiler; bu, günümüz değerleriyle 1 milyar Amerikan dolarından fazla bir tutara denk geliyor. Ancak Danimarka yine teklifi reddetti. Tıpkı 2019 yılında Trump’ın ilgisini yeniden dile getirdiğinde olduğu gibi. Danimarka hükümeti ve Grönland bölgesel yönetimi, “Greenland is not for sale” (Grönland satılık değil) sloganıyla bu teklifi reddetti.

 

Peki, Trump’ın Grönland’ı ABD kontrolüne alma konusundaki bu ısrarı nereden kaynaklanıyor?

 

Trump yönetiminden yapılan açıklamalara göre, bu durum ciddi ulusal güvenlik çıkarlarıyla ilgili. Trump, Grönland’ın ABD açısından stratejik öneme sahip olduğunu ve bölgede “orada olmaması gereken birçok geminin bulunduğunu” dile getirdi.

 

Özünde ise ABD’nin Grönland’a olan ilgisinin pek çok sebebi bulunuyor: Adanın askeri stratejik önemi, Arktik bölgesine erişim sağlama isteği ve gelecekte giderek daha önemli hale gelecek olan bu bölgenin jeopolitik anlamda kilit bir alan olması. Ayrıca, geleceğin teknolojileri için gerekli olan doğal kaynakların güvence altına alınması ve ABD’nin en büyük stratejik rakibi Çin ile rekabet konuları da bu ilginin temel gerekçeleri arasında.

 

Dünya haritasına baktığımızda, Grönland’ın Kuzey Kutup Dairesi’nde yer aldığı ve 2 milyon 166 bin kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en büyük adası olduğu görülür. Yaklaşık 57 bin kişilik nüfusuyla, gezegenin en az nüfuslu bölgelerinden biridir. Bunun temel nedeni yerel koşullardır: Adanın neredeyse dörtte üçü buzullarla kaplıdır. İklim serttir ve birçok bölge yaşam için elverişsizdir.

 

Grönland’daki ilk yerleşimlerin MÖ 2400 yıllarında gerçekleştiği düşünülüyor. Bu insanlar bugünkü Kuzey Amerika’dan gitti ve o dönemde iklim koşulları daha farklıydı. Daha sonra adaya, bugün nüfusun çoğunluğunu oluşturan İnuitler yerleşti.

 

Grönland, yaklaşık 300 yıldır Danimarka Krallığı’nın kontrolü altında. Başlangıçta bir Danimarka kolonisi olan ada, özellikle balina avcıları tarafından sıkça ziyaret edildi. Mayıs 1979’dan bu yana Grönland, Faroe Adaları’na benzer şekilde, büyük ölçüde özerk bir yapıya sahip. Bölgesel bir hükümet ve parlamento bulunuyor; başbakanları Múte B. Egede. Fakat devlet başkanı hâlâ Danimarka Kralı X. Frederik. Danimarka kontrolünde olmasına rağmen, Grönland 1982 yılında yapılan bir referandumla Avrupa Birliği ve Schengen Bölgesi dışında kalmayı tercih etti.

 

Grönland’ın savunması Danimarka ordusuna ait; bu da adanın NATO şemsiyesi altında korunduğu anlamına geliyor.

 

 

Stratejik önemi

Grönland, özellikle güvenlik ve savunma politikaları açısından ABD için büyük bir stratejik öneme sahip. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, adanın kontrolünün Arktik bölgesine erişim sağlamak açısından belirleyici olduğu aşikâr. Bu bölge, gelecekte daha da önem kazanacak bir jeopolitik alan olarak öne çıkıyor. İklim değişikliği nedeniyle yeni deniz yollarının ortaya çıkma ihtimali, bu yolların yeni ticaret rotaları, askeri seçenekler ve diğer uluslarla rekabet alanları yaratmasıyla ilgiyi artırıyor.

 

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı Danimarka’yı işgal etti. Bunun üzerine ABD, Grönland’da askeri üsler ve dinleme istasyonları kurdu. Savaşın ardından ABD adada kalmaya devam etti ve 1951 yılında Washington, Danimarka hükümetiyle kapsamlı bir savunma anlaşması imzaladı. Bu anlaşma kapsamında ABD'nin Grönland’da askeri varlığını sürdürmesi ve yeni tesisler kurması kabul edildi.

 

ABD'nin Grönland'daki en büyük üssü, kuzeybatıda yer alan Hayes Yarımadası’ndaki Thule Hava Üssü oldu. 1950’lerde “Blue Jay” adlı gizli bir proje olarak inşa edilen üs, daha sonra “Pituffik Uzay Üssü” olarak adlandırıldı. Soğuk Savaş sırasında ABD’nin bölgedeki varlığı daha da genişletildi, özellikle de Sovyetler Birliği'nden gelebilecek bir nükleer saldırıyı önceden tespit etmek amacıyla bir erken uyarı sistemi kuruldu. ABD’ye göre, Moskova’nın nükleer füzelerle yapacağı bir saldırı büyük olasılıkla Kuzey Yarımküre üzerinden, Arktik ve Grönland üzerinden gerçekleşecekti. Bu nedenle hazırlıklar bu doğrultuda yapıldı.

 

Thule Hava Üssü’nde ABD Stratejik Hava Komutanlığı’na bağlı uzun menzilli bombardıman uçakları konuşlandırıldı. Ayrıca Balistik Füze Erken Uyarı Sistemi (BMEWS) için tesisler kuruldu. Bu üssün yaklaşık 240 kilometre doğusunda ABD, “Project Iceworm” adı verilen bir başka gizli projeye başladı. Bu proje kapsamında, buzun altında gizli bir füze üssü olan "Camp Century" kuruldu. Bu üste yaklaşık 20 tünel kazılarak birkaç kilometrelik bir yer altı ağı oluşturuldu. Tesisin enerji ihtiyacını bir nükleer reaktörün karşılaması planlandı. Amerikan ordusu, Grönland buzullarının altına birçok füze rampası yerleştirerek buradan nükleer füzeler fırlatmayı amaçlıyordu.

 

Fakat projede sorunlar ortaya çıktı. Nükleer reaktör nedeniyle buzun sıcaklığı düşerek erimeye başladı. “Camp Century” çökmeye başladı ve tesis 1967 yılında tamamen terk edildi. Ancak Amerikan ordusu, üssü tamamen sökmedi; tonlarca atık, radyoaktif malzemeler de dahil olmak üzere, buzun 40 metre derinliğinde bırakıldı. Danimarka kamuoyu, bu başarısız gizli projeden ancak 1990’ların sonunda haberdar oldu.

 

2024 yılının bahar aylarında NASA, Kuzey Kutbu’ndaki buzulları uydu radarıyla incelerken “Camp Century”nin kalıntılarını keşfetti.

 

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Arktik bölgesindeki faaliyetlerinde bir diğer önemli konu, Sovyet nükleer denizaltılarıydı. Pentagon’un o dönemdeki senaryolarına göre Sovyetler, savaş durumunda nükleer başlık taşıyan denizaltılarıyla Kuzey Denizi üzerinden Atlantik’e ulaşmayı ve ABD’ye yakın mesafeden tüm topraklarını vurmayı planlayabilirdi.

 

Bu tür saldırılara karşı hazırlıklı olmak için ABD, 1950’lerden itibaren geniş çaplı bir denizaltı takip sistemi kurdu. Bu sistemde, Norveç kıyılarında, İzlanda’da ve Grönland’da denizaltı izleme tesisleri inşa edildi. Sovyet denizaltıları, Atlantik’e ulaşmak için İzlanda’nın ya doğusundan ya da batısından geçmek zorundaydı. Bu nedenle ABD ve müttefikleri burada, denizaltı seslerini tespit etmeye yönelik "Sound Surveillance System" (SOSUS) adı verilen bir su altı mikrofon ağı kurdu. Kuzey Atlantik havzasında pek çok hidrofon yerleştirildi.

 

Soğuk Savaş sona erdi ama tehdit algısı son yıllarda yeniden arttı. Rusya, askeri gücünü artırıyor ve kendini Batı ile savaş halinde görüyor. NATO içinde de Soğuk Savaş dönemi senaryoları yeniden gündeme gelmeye başladı. Fakat mevcut savunma mekanizmaları bu tehditlere yeterince hızlı cevap verecek düzeyde değil. NATO’nun okyanuslardaki akustik izleme sistemleri, 1990’lardan itibaren büyük ölçüde geri çekildi. Bu durum, savunma stratejisindeki zayıf noktaları arayan NATO’yu yeniden Grönland’a odaklanmaya yöneltti.

 

Grönland, İzlanda ve İngiltere arasında yer alan deniz bölgesi, “Grönland-İzlanda-İngiltere Geçidi” (GIUK Gap) olarak adlandırılıyor. Bu geçit, Atlantik’e erişim sağlayan stratejik bir boğaz. Rus denizaltıları bu bölgeden geçmek zorunda ve bu durum, bir savaş durumunda büyük önem taşır. Rusya’nın Kuzey Filosu, Kuzey Amerika ve Avrupa arasındaki deniz ulaşımını kesmek isterse, bu geçidi kontrol altına almak zorunda kalacaktır.

 

NATO içinde bu tür stratejik noktalara “choke point” (darboğaz) denilir. Bu geçit, olası bir çatışmada hassas zararlar verilebilecek bir nokta. Bu nedenle, GIUK Geçidi’nde hem askeri istihbarat hem de caydırıcılık için kaynakların artırılması gerektiği yeniden tartışılmaya başlandı. Bir dönem bu bölgede güçlü bir şekilde varlık gösteren İngiliz donanmasının faaliyetleri de son yıllarda azaldı. Soğuk Savaş dönemindeki yoğun devriye faaliyetleri ve sıkı gözetim, artık eskisi kadar düzenli yapılmıyor.

 

Trump’ın bu hafta, Grönland çevresinde “orada olmaması gereken gemilerin” dolaştığını belirtirken bu noktaya dikkat çekmiş olduğu anlaşılıyor. Yeni ABD Başkanı’nın bakış açısına göre, Grönland’daki askeri durum ABD’nin lehine değil. Trump’ın, Danimarka, İngiltere ve Kanada’nın askeri güçlerini bu stratejik bölgede gerektiğinde belirleyici bir fark yaratabilecek kadar donanımlı görmediği açıkça anlaşılıyor.

 

Jeopolitik etki alanı

Trump’ın motivasyonunu açıklayabilecek bir diğer ve muhtemelen belirleyici nokta, ABD ile Çin arasındaki artan rekabet olabilir. Çin Halk Cumhuriyeti, ABD’nin en büyük rakibi olarak görülüyor ve Çin’in Tayvan’ı işgal etmesi gibi bir senaryoyla başlayabilecek askeri bir çatışma ihtimali artık göz ardı edilmiyor. ABD, böyle senaryolara askeri strateji açısından hazırlık yaparak, planlarında giderek daha fazla Pasifik bölgesine ve burada Çin’e karşı olası bir savaşın nasıl görüneceğine odaklanıyor.

 

Pekin, coğrafi konumu nedeniyle ne kadar garip görünse de kendisini “Arktik’e Yakın Devlet” olarak görüyor. Çin, yıllardır araştırma gemilerini Arktik sularına gönderiyor, keşifler düzenliyor ve bu bölgelerdeki ilişkilerini güçlendiriyor. Çin Halk Kurtuluş Ordusu donanması da Kuzey’in denizlerinde varlık gösteriyor. Örneğin, 2015 yılında Alaska açıklarında birkaç Çin donanma gemisi tespit edilmişti.

 

Şi Cinping liderliğinde Çin, kutup denizlerinde bir varlık iddiasında bulunuyor; hatta bazıları Çin’i bir “Kutup Süper Gücü” olarak nitelendiriyor. Bu durum, bir yandan Çin’in yükselen bir dünya gücü olma hedefiyle, diğer yandan da kaynak güvenliği ve yeni ticaret yollarının keşfiyle alakalı. Örneğin küresel ısınma, dünyanın belirli bölgelerinin artık yılın büyük bir bölümünde kalın kar ve buz tabakalarıyla kaplı olmaması ve özellikle dünya ticareti açısından önemli olan yeni deniz yollarının açılmasıyla sonuçlanıyor.

 

Uzmanlar yıllardır, Çin’in bu bağlamda İzlanda ve Grönland’a özel bir önem verdiğini belirtiyor. Dolayısıyla Trump’ın açıklamalarının, Çin’e bu bölgelerdeki emellerini genişletmemesi için doğrudan bir mesaj olarak yorumlanması kuvvetle muhtemel.

 

Geçtiğimiz on yıllar boyunca Grönland’da, Danimarka’ya bağlı özerk bir bölge olmasına rağmen tam egemenlikten yoksun olduğu için, bağımsızlık girişimleri zaman zaman gündeme geldi. Eğer Grönland gerçekten bağımsız olursa —ki adanın başbakanı bunu son zamanlarda tekrar talep etmişti— teorik olarak Çin ile daha güçlü bağlar kurma ihtimali doğabilir. Bu durumda ada, büyük güçlerin oyuncağı hâline gelebilir.

 

Grönland zengin yeraltı kaynaklarına sahip olsa da yatırım eksikliği yaşıyor. Ada ekonomisinin hatırı sayılır bir kısmı, şu anda Danimarka sübvansiyonlarına dayanıyor. Sadece yaklaşık 60 bin kişilik nüfusu olan bağımsız bir Grönland, yabancı yatırımcılara muhtaç olacaktır. Kaynak açlığı çeken Çin’in ise böyle bir fırsatı kaçırmayacağı neredeyse kesin.

 

ABD için, Çin’in Arktik adasında gerçekten varlığını genişletmesi ve belki de askeri üsler kurması durumunda bu, stratejik bir felaket anlamına gelecektir.

 

Doğal kaynaklar

Kasım 1983 tarihli Alman dergisi Marine Rundschau’dai “Grönland’da bugüne kadar, enerji kaynakları, mineraller veya gıda kaynakları olsun, kalitesi, miktarı ve kullanılabilirliği açısından stratejik önem taşıyabilecek ulusal kaynaklar neredeyse hiç keşfedilmedi,” ifadesi yer almıştı. Makalede ayrıca Grönland’ın stratejik öneminin yalnızca coğrafi konumuna dayandığı belirtilmişti.

 

Zamanla bu durumun değiştiği söylenebilir. Grönland, özellikle geleceğin teknolojileri için hayati önem taşıyan kaynaklar açısından oldukça zengin. Ada, nadir toprak elementleri, özellikle Neodim, Disprosyum, Europyum, Lityum, Palladyum ve Terbiyum bakımından büyük rezervlere sahip. Bu maddeler, elektrik motorları, akıllı telefonlar ve rüzgâr türbinleri gibi yüksek teknoloji ürünlerinin üretiminde kullanılıyor. Ayrıca, Grönland’da özellikle güney ve batı bölgelerinde büyük demir cevheri yatakları, bunun yanı sıra altın, çinko, kurşun, elmas, stronsiyum ve uranyum rezervleri bulunuyor.

 

Nadir toprak elementleri üzerindeki mücadele şimdiden tüm hızıyla devam ediyor. Çin, yalnızca Asya’da değil, aynı zamanda Güney Amerika ve Afrika’da da küresel rezervlere erişim sağladı.

 

ABD açısından önümüzdeki yıllarda yeterli doğal kaynağı elde edip edememek, özellikle Çin ile iktisadi alanda rekabet edebilmek için kritik bir öneme sahip. Bu, elektrikli araç üretimi, bataryalar, yarı iletkenler, lazer teknolojisi, uydular, fiber optik ağlar ve diğer pek çok alan için geçerli.

 

Avrupa Birliği, Kasım 2023’te Grönland ile nadir toprak elementlerinin çıkarılması ve tedarikini garanti altına alacak bir anlaşma imzaladı. Benzer stratejik ortaklıklar kurmayı ABD ve Çin de hedefliyor. Ancak, doğal kaynakların çıkarılması şu anda hâlâ oldukça maliyetli ve zahmetli. Yeni rezervlerin keşfedilmesi ve yeni madenlerin açılması için geniş çaplı yatırımlara ihtiyaç var.

 

Sonuç

Trump’ın bu hafta Grönland, Kanada ve Panama Kanalı hakkındaki açıklamaları yankı buldu: Danimarka hükümeti, Grönland yerel yönetimi, Kanada Başbakanı ve Kanada muhalefeti, Avrupa Birliği’nden bazı hükümet başkanları —aralarında Almanya Şansölyesi Olaf Scholz da bulunuyor— Trump’ın planlarını kamuoyu önünde eleştirerek açıkça reddetti. Fakat Trump’ın mesajı, büyük ihtimalle Avrupalılardan ziyade Çin’e yönelikti. Washington, önümüzdeki dönemde Avrupa’ya daha az ilgi gösterecek ve Çin mutlak bir öncelik haline gelecek. Aynı zamanda Pekin’e, ABD’nin ne kadar ileri gidebileceği sinyali verilmek isteniyor; bu durum, ilk etapta NATO’nun zayıflaması anlamına gelse bile.

 

ABD’nin bu giderek tırmanan çatışmada gerçekten 19. yüzyılın emperyalist bir gücü gibi davranıp davranmayacağı, kendi çıkarlarını bu şekilde dayatıp dayatmayacağı ilerleyen dönemde görülecek. Fakat yeni ABD yönetiminin, provokasyon ve tehdit hamlelerinin ardından yeni anlaşmalara yönelme ve Grönland’daki askeri varlığını artırma yoluna gitme ihtimali de bulunuyor.

 

KAYNAK: https://emrekose.substack.com/

Özet
:
Emre KÖSE, Trump'ın Grönland'ı satın alma hatta olmazsa zorla ilhak yönündeki ifadeleri üzerine konuyu detaylıca değerlendiren Alman gazeteci Florian Flade'in yazısını çevirdi. Yazıda Trump'ın neden bu dünyanın en büyük adasına ilgi duymuş olabileceği ile konular ele alınıyor.
Resim
Türkçe
X