Yeni Suriye yönetiminin "Büyük İsrail" planına tepkisi ne olacak?
İsrail'in aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich Ekim ayında sadece Filistin topraklarının tamamını değil aynı zamanda Suriye'ye kadar uzanan bir Yahudi devleti hedeflediğini açıkladığında, bazıları böyle bir hedefe nasıl ulaşılacağı konusunda spekülasyonlar yaptı. Smotrich'e göre Tel Aviv, İsrail'in klasik “yavaş yavaş” stratejisi çerçevesinde eninde sonunda Suriye topraklarına girmek zorunda kalacak çünkü “Kudüs'ün geleceğinin Şam'a kadar genişlemek olduğu yazıtlara geçmiş durumda”.
Bu uğursuz itiraf, Siyonizm'in Ürdün, Lübnan, Mısır'ın bir bölümü, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan'ın bir bölümünü kapsayacak “Büyük İsrail” projesinin potansiyel arayışına daha fazla ışık tuttu. İşgal devleti bu toprakların kendisine ait olduğunu iddia edecek ve Filistinliler gibi etnik temizliğe maruz kalmadıkları sürece yerel halka İsrail devletini dayatacaktır.
İsrail'in radikalleri Şam'ı ele geçirirse bölge istikrarsızlaşacak; bölgesel satranç tahtası altüst olacaktır. Gazze ve Lübnan'da olduğu gibi sadece direniş gruplarıyla mücadele etmekle kalmayacaklar, aynı zamanda bağımsız ve egemen bir devleti de işgal ve fethetmek zorunda kalacaklardır. Şimdiye kadar var olan daha gizli, vekalet dinamikleri yerini tam ölçekli bir devlete karşı devlet savaşına bırakacaktır. Bu da riskli bir girişim.
Ancak Esad rejiminin 8 Aralık'ta devrilmesi, İsrail'in Suriye'nin başlıca askeri savunma kabiliyetlerini yok etmesine ve silahlı kuvvetlerini işgal altındaki Golan Tepeleri'nin ötesindeki Suriye topraklarına daha fazla yerleştirmesine olanak tanıyan bir güvenlik boşluğu yarattı. İsrail güçleri şu anda Şam'ın sadece birkaç kilometre uzağında.
Esad'ın destekçileri bu duruma elbette sevinçle karşılık verdiler çünkü bu durum, İsrail'in böylesi bir işgalinin önünde duran tek kişinin diktatör olduğu; İsrail'e karşı “direniş ekseninin” artık zayıfladığı ve yeni Suriyeli yetkililerin işgal devletiyle suç ortaklığı yaptığı ve hatta onun ajanı gibi hareket ettiği yönündeki iddialarını güçlendiriyor.
Ancak bu tür iddialar, Esad rejiminin yıllardır İsrail ile temas halinde olması ve İsrail tarafından ilhak edilen topraklarını geri almak ya da işgale karşı çıkmak için hiçbir zaman harekete geçmemesi nedeniyle reddedilebilir. Dahası, İsrail saldırıları ve Suriye'nin savunma kapasitesinin yok edilmesi, Tel Aviv'in Suriye'yi yöneten yeni komşularına karşı son derece temkinli olduğunu kanıtlıyor.
Tel Aviv her şeyden çok Esad'ı gerçek bir tehdide karşı kullanışlı bir tampon olarak görüyordu.
Onun rejiminin İsrail güçlerine karşı asla harekete geçmeyeceğini, en azından etkili bir şekilde harekete geçmeyeceğinin farkındaydı. İsrail'in Esad'a yönelik politikası on yıllardır kendi halkına baskı uygulayacak kadar güçlü ama asla komşularında askeri bir tehdit oluşturacak kadar güçlü olmayan bir Suriye'yi muhafaza etmek olmuştur.
Yeni Suriye hükümetinin İsrail'in Suriye topraklarına yönelik hamlelerine yönelik ilk tutumu, bu ikilemle boğuşurken Siyonist devletle işbirliği iddialarını itibarsızlaştırmak için çok az şey yaptı. Örneğin Şam Valisi Mahir Mervan'ın NPR'ye verdiği bir röportajda Esad'ın düşmesinden sonra “İsrail'in korku hissetmiş olabileceğini”, “bu yüzden biraz ilerlediğini, biraz bombaladığını vs.” ifade ettiği yorumları düşünün. Görünüşe bakılırsa, ülkesinin işgali anlamına gelen bu durumu oldukça hafife almış durumda.
Şam'ın İsrail'le samimi ilişkiler kurmayı amaçladığını iddia ederek, “İsrail'den korkmuyoruz ve sorunumuz İsrail'le değil” dedi. Şam'ın, “İsrail'in ya da başka bir ülkenin güvenliğini tehdit edecek herhangi bir şeye karışmak istemiyoruz. Biz barış istiyoruz ve İsrail'e ya da herhangi bir ülkeye rakip olamayız.” Ayrıca HTŞ sözcüsü İngiliz Channel 4 News kanalının sorusu üzerine İsrail'in Suriye'ye yönelik 300 hava saldırısı ile ilgili bir soruya yanıt vermekten kaçındı.
Suriye'nin de-facto lideri Ahmed Al-Sharaa - Ebu Muhammed Al-Julani takma adıyla da biliniyor - İsrail ile 1974'te yapılan anlaşmaya geri dönmeye ve BM barış güçlerinin bir kez daha Golan Tepelerindeki silahsızlandırılmış bölgede konuşlanmasına istekli olduğunu ifade etti.
Al-Sharaa bu ayın başlarında Londra'da Times'a verdiği demeçte “İsrail ya da bir başkasıyla herhangi bir çatışma istemiyoruz ve Suriye'nin saldırılar için bir atlama tahtası olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz” dedi. “Suriye halkının bir molaya ihtiyacı var ve [hava] saldırıları sona ermeli ve İsrail önceki pozisyonlarına geri çekilmeli.”
Suriye'nin geçici hükümeti, İsrail'e ve eylemlerine karşı gerçek bir sempati duymaktan ziyade, Suriye güçlerinin, işgal altındaki toprakları geri almak için herhangi bir saldırı başlatmak bir yana, İsrail işgal güçlerine karşı koymak için çok az veya hiç önemli askeri kabiliyete sahip olmadığı gerçeğini anlamış görünüyor.
İsrail'in Suriye'nin hava, kara ve deniz savunma kabiliyetlerinin yaklaşık yüzde 80'ini yok ettiği düşünüldüğünde, Al-Sharaa pragmatik bir yaklaşım benimsiyor. Başta güvenlik pozisyonunu sağlamlaştırmak ve eski Esad karşıtı grupların Savunma Bakanlığı çatısı altında birleşmesi için bir anlaşma yapmak, eski rejim askerlerini silahsızlandırmak ve Kürt savaşçıları yeni Suriye Ordusu'na katmaya çalışmak olmak üzere bir dizi yolla iç durumu istikrara kavuşturmayı hedefliyor.
Hükümet açısından, yeni yetkililer hala yönetimlerini organize etmeye devam ediyor. Geçici kabine en azından Mart 2025'e kadar görev yapacak ve bu süre içerisinde Suriye'nin yönetimi konusunu belirlemek üzere bir “Ulusal Diyalog Konferansı” planlanıyor.
Al-Sharaa Suriye'yi diplomatik alanda da güçlendirmek için çaba sarf ediyor.
Son üç hafta içinde uluslararası toplumdan çok sayıda heyeti ağırladı ve Suriye'nin altyapısının yeniden inşası ve havacılık sistemlerinin canlandırılmasını kapsayan bir dizi önemli anlaşma sağladı. Şimdi Suriye ekonomisinin yeniden canlandırılabilmesi için tüm yaptırımların kaldırılmasına ve ABD ile diğer Batılı güçleri, lideri olduğu Hay'at Tahrir Al-Sham (HTS) grubunu “terörist” listelerinden çıkarmaya ikna etmeye çalışıyor.
Suriye'nin yeni lideri ve etrafındaki insanlar İsrail'e karşı herhangi bir şey yapmanın ya da söylemenin ülkelerini istikrara kavuşturma çabalarına zarar vereceğinin farkındalar. Ne askeri kapasiteleri ne de diplomatik kozları olmadığı için işgal devletini müzakere masasına oturmaya zorlayamayacaklarını biliyorlar. Oluşturdukları açık güvenlik tehdidine rağmen Suriye'nin güneybatısındaki İsrail güçlerine karşı harekete geçmek, yeni Trump yönetiminin ve diğer Batılı hükümetlerin HTŞ'yi listeden çıkarma ve Şam'daki yeni hükümeti resmen tanıma şansını da engelleyecektir.
Yine de Al-Sharaa'nın elinde İsrail'in Suriye topraklarına tecavüzüne meydan okumak için birkaç kart var: Türkiye ve Körfez Ülkeleri. Türkiye'nin eski muhalif kalkışmaya ve Esad'ın devrilmesine dahil olduğu bir sır değil ve Suriye'nin yeni yönetimine askeri, altyapı ve ekonomik açıdan destek verdiğini de çoktan ifade etti. Şam bu ortaklığı Ankara'nın sadece yeni yönetimi güçlendirmesi için değil, aynı zamanda İsrail'e karşı bir denge unsuru olması için de kullanabilir.
Bu cazip olsa da agresif olarak algılanacak bir seçenek. Aralarında eski ordu subaylarının da bulunduğu üst düzey İsrailliler ve medya kuruluşları, Türkiye'nin Suriye'de İran ve Rusya'nın yerini aldığı ve bunun da “İsrail'in hareket özgürlüğünü kısıtladığı” yönündeki endişelerini dile getirmeye başladılar bile.
Ancak Körfez ülkeleri Şam için daha diplomatik bir seçenek sunuyor.
Suudi Arabistan, BAE ve hatta Katar - her ne kadar İsrail bu sonuncusuna şüpheyle yaklaşsa da - yeni Suriyeli yetkililere bazı tekliflerde bulundular ve önümüzdeki yıllarda Suriye'nin ekonomisine ve altyapısına büyük yatırımlar yapmaları beklenebilir. Bu tür ortaklıklar Şam ve Tel Aviv'i konuşturmak için kullanılabilir.
Dolayısıyla şimdilik Suriye yönetimi, işgal devletinin Al-Sharaa ve arkadaşlarını bir güvenlik tehdidi olarak görmeyeceği umuduyla İsrail saldırganlığına karşı diplomatik bir el kullanıyor. Asıl soru şu: İsrail nasıl karşılık verecek?