İran’ın ‘Gerçek Söz’ünün ortaya çıkardığı sorular
İran’ın çok sayıda Shahed-136 ve Muhacir-6 İHA’ları ve füzelerle gerçekleştirdiği operasyon, çok sayıda ilki ve çok sayıda soruyu beraberinde getirdi.
Bu saldırı aynı zamanda, diğer çatışma bölgelerinde yaşanan gelişmelerde olduğu gibi, bakanın ideolojik gözlükleriyle değerlendirdiği bir çatışma oldu.
Örneğin Yeni Şafak… Operasyonun başladığı gün ‘İran Animasyon Cumhuriyeti’ başlığıyla bir görsel paylaştı ve “Bir gecede üç Müslüman ülkeye bombalar yağdıran İran, konu İsrail olunca yalnızca ‘animasyon’ yayınlıyor” notunu düştü.
Aynı Yeni Şafak, daha sonra yaptığı bir diğer paylaşımda, Cumhuriyet düşmanı Kadir Mısıroğlu’nun İran’la ilgili sözlerini hatırlattı:
“İran’ın işgalci İsrail’le danışıklı dövüşü Tarihçi Yazar merhum Kadir Mısıroğlu’nun sözlerini hatırlattı. Söz konusu videolar, Mısıroğlu’nun sevenleri tarafından çokça paylaşıldı. ‘”İran’da Güneş doğsa şemsiyenin altına saklanın’
Akit Gazetesi ise, yalnızca son 24 saatte okurlarına şu manşetlerle seslendi:
İran, tüm İslam âlemini bakın nasıl kandırmış! Şu tiyatroya bakın hele şu tiyatroya
Türkiye’ye şok eden “İran” uyarısı! Resmen kanınız donacak
Cübbeli Ahmet Hoca İran konusunda Müslümanlara seslendi! ‘Saf olmayın’
İran’ın 300 SiHA ve füzesi israil’e ulaşamadı! Tam bir fiyasko
Hükümet çevrelerinde özellikle dış politika alanında bazı ‘fikir ayrılıkları’ olduğu uzundur biliniyor. Hükümete yakın bu iki medya kuruluşu, yakın tarihimizin en önemli olaylarından biri olan Gerçek Söz’ü bu saflaşmadaki tarafını açıkça ilan ederek, mezhepçilik düzleminde gördü. Elbette şaşırtıcı değil.
Habertürk, CNN Türk gibi, ‘ana akım’ rolünü üstlenen diğer büyük medya kuruluşları ise, süreci saatler süren canlı yayınlarla izleyicilerine aktardı. En çok sorulan soru, “Bu saldırı Netanyahu’ya mı yaradı?” oldu.
Sürecin en renkli çıkışı ise, yıllarca beslendiği medyaya küskün, yeni Youtuber Fatih Altaylı’dan geldi. Altaylı, “İsrail, hukukun hala egemen olduğu ve halkının önemli bir kısmının aydın olduğu bir ülkedir” dedi.
Bir ülkenin ne kadarının aydın olduğu, aydın kavramının ne olduğuyla ilgili ve İsrail’in gerçek ‘aydınları’ bu kirli savaşın sonlandırılması için savaşıyor. Hukuk konusuna gelirsek, Altaylı, bölgenin en radikal, en gerici ülkesi olan İsrail’in en aşırı sağcı koalisyonunu bir yerde övmekten gocunmuyor. Neden? Çünkü kendisi Türkiye’de “Türkiye İran mı olacak” cümlesiyle simgeleşen, yıllarca medya eliyle işletilen, ne Molla rejimiyle, ne de dincilikle alakası olan, tamamen Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına göre konumlanmasının cilası olan “Türkiye İran mı olacak?” söyleminin medya alanındaki üreticilerinden.
İran’ın Türkiye’de birleştirdiği çevreler
İran’ın misillemesi, hem hükümete yakın, hem muhalif kesimlerin bir kısmının buluştuğu ortak kümeyi öne serdi. Operasyonu, operasyonun sebebi, hangi koşullarda uygulandığı ve nelerin yaşandığını konuşmak yerine, önce İran’ın ‘sadece animasyon yayınladığı’, operasyon günü ise başarısızlığı konuşuldu, şimdilerde ise İran’ın ‘dünyayı savaşa sürükleme’ riski konuşuluyor.
Her şeyden önce, İran’ın saldırısının bir ‘misilleme’ olduğunu, bunun, İsrail’in İran’a yönelik saldırısına bir yanıt olarak düzenlendiğini hatırlatmakta fayda var.
Saldırı Netanyahu’ya mı yarar?
Sürecin en çok sorulan sorularından biri, saldırının Netanyahu’ya yarayıp yaramadığı oldu. Bu görüşü savunanlar, saldırının İsrail’i Netanyahu’nun çevresinde birleştireceği görüşünde. Ancak bu, İsrail siyasetini çok da tanımayan, olayları basit bir neden-sonuç ilişkisiyle ele alıp ibreyi yine İran’a çevirme niyetlisi bir eğilim.
İsrail, tarihinin en aşırı sağcı, en savaşçı koalisyonu tarafından yönetiliyor ve siyasi ikbalini uzatmaya çalışan Netanyahu, İsrail tarihinin en büyük, ABD’deki Yahudi lobisinin önemli bir kısmı tarafından da desteklenen, yargı reformu kaynaklı hükümet karşıtı protestolar sonucunda yıkılmadı ve Netanyahu’nun o dönem karşısında duran Yoav Gallant bugün hala savunma bakanı.
Netanyahu’nun aşırı sağcı Dini Siyonizm, Yahudi Gücü ve Moaz, Ultra Ortodoks Partiler Şas ve Birleşik Tevrat Yahudilik gibi aşırı sağ yapılardan oluşan koalisyonunun vaatleri arasında, işgal altındaki Batı Şeria’da yasa dışı Yahudi yerleşimlerin artırılması, Filistinlilere yaptırımlar, Ultra Ortodoks cemaatine geniş bütçe ayrılması, yasama üzerindeki yargı denetiminin azaltılması gibi maddeler bulunuyordu ve ‘Yahudilerin İsrail’in tüm topraklarında ayrıcalıklı ve sorgulanamaz yaşama hakkı olduğu’ ifadeleri hükümet programının başında yer alıyordu.
Bu koalisyon, işgal altındaki Batı Şeria ve Golan Tepeleri dahil Necef Çölü ve Celile bölgesinde Yahudi yerleşim yerleri kurma ve var olan yerleşim yerlerini de genişletme planıyla göreve geldi. Yani İsrail, bir saldırı veya direnişle ‘kışkırtılmayı’ bekleyen bir konumda hiç olmadı. Bütün mesele, İsrail’in henüz en başında varlık sebebiyle ilgili. Bu nedenle, Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunda da, İran’ın Gerçek Söz operasyonunda da dile getirilen, sanki ortada hiçbir komşusuna saldırmamış, hiçbir halkı katletmemiş, meşru bir devlet olduğu ve bu devletin kışkırtıldığı yönündeki iddialar bizzat Siyonizmin uluslararası medya gücünün etkisinden kaynaklanıyor.
Peki, İran’ın saldırısı yetersiz miydi?
İran’ın bu saldırıyı açıktan duyurması, gündem olan konulardan bir diğeriydi. Kimi bu ilanı ‘danışıklı dövüş’ olarak nitelendirirken, kimi de bunun İran’ın başarısızlığını gösterdiğini iddia etti.
İsrail toprakları, neredeyse yarım asırlık bir sürenin ardından ilk kez, başka büyük bir devlet, hatta Arap olmayan bir devlet tarafından bombalandı.
İran Dışişleri Bakanı, “Operasyonlarımızdan yaklaşık 72 saat önce, dostlarımızı ve komşularımızı İran’ın İsrail’e yanıtının kesin, meşru ve geri döndürülemez olduğu konusunda bilgilendirdik” açıklamasında bulundu.
İran ayrıca, operasyonunu ‘BM Anlaşması’nın 51. maddesindeki meşru müdafaa hakkına’ dayandırdığını açıkladı, yani uluslararası meşruiyet zemini arayışında oldu.
Bu meşruiyet zemininde İran’ın, çoğu Demir Kubbe tarafından durdurulan atışlarının tek bir önemli hedefi vardı ve bu hedefe yönelik atışlar başarılı oldu: Suriye’deki İran konsolosluğunu vuran uçakların havalandığı Necef’deki hava üssü.
Dolayısıyla, İran’ın operasyonundan Hollywood savaş filmlerindeki gibi görüntüler bekleyenler yanıldı, zira İran en başından beri yaptığı ve yaptığını açıkladığı şey, her ülkenin yaptığı gibi, gücüne ve kapasitesine göre bir plan yapmak ve gerekli yanıtı vermek oldu.
‘İran ile İsrail danışıklı dövüş içerisinde’ mi?
Ortadoğu’daki asıl çatışma her zaman aslında İsrail (ABD) ile İran arasında yaşandı.
Bugün Ortadoğu’da İsrail ve ABD’ye karşı, cephede ya da siber alanda savaşan kim varsa, ülke, örgüt, ideoloji fark etmeksizin adlarının yanına parantez içinde ‘İran’ yazabilirsiniz. Suriye ordusu, Hizbullah, Husiler ve dahası… İsrail’e bir tek kurşun atmış her askeri güç ya İran tarafından destekleniyor, ya da İran’a düşmanlık beslemiyor. Bu durumun istisnası bir örnek henüz ortaya çıkmadı.
İsrail de, Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlık da dâhil olmak üzere hem İran’a, hem İran’a yakın güçlere karşı uzun süredir kanlı bir savaş yürütüyor.
Son olayların bir danışıklı dövüş olabilmesi için, Hamas’ın Aksa Tufanı’nın, yarım asırlık Filistin direnişinin, Hizbullah operasyonlarının ve Husilerin de danışıklı dövüş içerisinde olması gerekiyor.
İran’a yönelik danışıklı dövüş iddialarının temelinde mezhepçilik, İran’ın ABD tarafından ‘Müslüman dünyasının ötekisi’ haline getirilmesi yatıyor. Bu tezler, Türkiye’deki mezhepçi ideolojinin uluslararası ilişkilere bakışındaki çarpıklığı yansıtıyor.
İran’a danışıklı dövüş iddiasını yöneltip, Tahran’ın ‘İsrail’le anlaştığını’ söyleyen kesimlerin Ortadoğu’da yıllardır ABD ve İsrail’in en büyük dostu olan cihatçı terörizmi alkışlaması ise asla bir çelişki değil.
İran neden tam kapsamlı savaş başlatmadı?
Tahran yönetimi, ilk defa ‘vekil güçleri’ yerine doğrudan kendi üretimi olan ve doğrudan kendi askeri hiyerarşisinin kontrolünde İsrail’e yönelik bir askeri operasyon başlattı. Vurulabilirliği bir kez daha kanıtlanan İsrail, İran’a vereceği yanıta hala karar veremedi. İsrail medyasına göre bu saldırı, İsrail’de askeri liderlikle siyasi liderlik arasındaki çelişkileri yeniden yakıcı hale getirecek.
Bu saldırı, ABD ve NATO’ya haritada Ukrayna’dan daha az önemli olmayan, hatta belki daha önemli ve pahalı yerlerin olduğunu hatırlattı.
İran’ın neden tam kapsamlı bir savaş başlatmadığının yanıtı ise bana kalırsa çok basit: ABD, İran, Çin, Rusya gibi ‘büyük güçlerin’ askeri alanda attıkları her adımın dünyayı yok oluşa sürükleyecek bir savaşa götürme ihtimali var. ABD hariç bütün bu büyük güçler, dünyayı topyekun bir nükleer savaşa götürecek adımlardan kaçınıyor, kaçınmak zorunda ve günümüzde en büyük savaş provokasyonları ABD tarafından gerçekleştiriliyor ve bugün İran’ın ve diğer büyük güçlerin tek başına ABD’yi askeri alanda mağlup edecek gücü bulunmuyor.
Sol/sosyalist çevrelere gelince…
İran’ın operasyonuyla birlikte, Türkiye’de fikir tartışmalarının en yoğun yaşandığı sosyal medyada da kendini solda tanımlayan, en genel ifadeyle ‘sol kesimde’ bulunan çok sayıda kişinin de İran’ı eleştirdiği görüldü.
Elbette, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya hayali kuran kimsenin İran’daki siyasi sisteme öykünmesi beklenemez.
Afganistan’da ABD’yi radikal İslamcı Taliban’ın mağlup ettiği, Ukrayna’da NATO’ya karşı kapitalist Rusya’nın savaştığı, Ortadoğu’da Siyonizme ‘molla rejiminin’ füze fırlattığı, İsrail’e yapılan yardımın Kızıldeniz’de tekbirlerle engellendiği ‘acı gerçekler’ çağında yaşıyoruz.
Aşırı sağ, kimlikçilik, liberalizm, köktendincilik… Dünya genelinde, çeşitli tarihsel dönemlerde sosyalizmle savaşmış hangi ideolojik güç varsa bugün hepsi yine yükseliş döneminde. Böyle bir senaryoda ise sosyalistlere, keskin ilkelere sığınıp ‘trafik polisliği’ yapmaktan çok daha fazlası düşüyor, tarihsel görevlerimiz her zamankinden çok daha ağır.
Ancak, sol/sosyalist kesimlerden kimsenin “Yaşasın mollalar” sloganı atmadığı, “İran’ı savunmak zorundasın” diye kimsenin boğazına yapışılmadığı, tam da İran’ın bölgemizdeki en büyük emperyalist güce askeri operasyon başlattığı saatlerde, füzeler henüz Tel Aviv’e bile ulaşmamışken yapılan bu keskin açıklamalar, ilkesel duruşu değil, apolitikliği ifade ediyor.
Sonuç olarak, İran ve İsrail arasında açılan bu yeni dönem, olumlu ya da olumsuz anlamda çok sayıda kritik yeni gelişmeye gebe. Batı’nın devasa propaganda makinesi, süreci ‘dini rejime karşı modern dünyanın savaşı’ olarak göstermeye dünden başladı.
Böyle bir dönemde, yaşananları ‘uzaktan izleyen’ bizler için yanlış bilginin kötücül etkisinden kurtulmak, doğru, teyitli bilgiyi süzebilecek internet kullanım alışkanlığı ve siyasi okuryazarlık geliştirmekten geçiyor.